Üretim yapan bir tesiste “kullanılabilirlik” nedir ?

Kullanılabilirlik konusunun politik ve neresinden baktığınıza göre değişen cevapları olabilir. Örneğin bazıları ayar – setup için duruşu kader kabul edip bu hesaba almayabilir bazıları “planlı bakım” için harcanan  zamanı hesaplama dışı kabul edebilir. Ancak en basit anlamı ile Kullanılabilirlik = Üretim İçin Kullanılan Süre / Toplam Çalışma Süresi olarak tarif edebiliriz (yukarıda dahil edilen edilmeyenler bu denklemin bölen kısmını etkiler).

Bakım yönetimi bir iş merkezi veya ekipmanın “üretime ayrılan süresini” doğrudan etkiler ve bunu birden fazla yoldan yapar.

1. Planlı bakım çalışması için fazla zaman harcayarak

2. İş merkezlerinin plansız olarak duruşlarına engel olamayarak

3. Sadece ortaya çıkan problemlere eğilip gelecek için bir şey yapmayarak

Bakım yönetimine ciddi eğilen az sayıda firmayı bir yana bırakırsak çoğu firmanın bu konuda belirgin bir planının ve performans kriterinin olduğunu göremediğimi söyleyebilirim. Bunun bir çok mantıklı nedeni var ancak sonuç bana biraz mantıksız geliyor.

Belki patronlar ve yöneticiler tesis içi performansın veya ekipman kullanımının düşük olmasına başka bir gözle bakarlar ise bu konuya daha fazla ilgi gösterirler diye düşünüyorum. Diyelim ki bir iş merkeziniz var ve ortalama olarak bir vardiya içinde 1 saat çeşitli (planlı – plansız) sebepler ile duruş yaşanıyor olsun. Bunun sonucu 8 vardiya sonunda 1 vardiya kayıp demektir, bu süre içinde üretilebilecek olan ürünün getireceği değerden vazgeçmek, hem de sonsuza kadar vaz geçmek anlamına gelir (üretimde kaybedilen 1 saat geri kazanılamaz, zaman ileri doğru hareket eder). Kaybedilen her saat satılacak olan ürünün katma değeri kadar kayıptır. Her vardiya da 1 saat günde 2 vardiya çalışan bir şirket için 1 ay içinde yaklaşık 6 vardiyalık kayıp demektir … 6 vardiya boyunca satılabilir bir şey üretilmediği gibi bu süre için enerji, işçilik ve diğer masraflar gerçekleşmekte, o ekipmanın kapladığı alan değersiz bir iş için işgal edilmiş olmaktadır.

Şimdi düşünün, en son ve hangi sıklıkta hangi iş merkezinizin ne kadar durduğunu, niçin durduğunu, arıza sıklıklığı, onarım süresi için harcanan zamanı konuştunuz, bu konuda bilgi paylaştınız.

Yeni yatırım, yeni makina alımı söz konusu olduğunda herkesin fikri varken kayıplar söz konusu olduğunda daha az fikir ve katılım olması konunun sıkıcı olmasındadır diye düşünüyorum.

Biri demiş ki “üretim yönetimi sayıları okumaktan ibarettir” diğeri de sormuş “evet, ama hangi sayıları ?”

OEE konusu hakkında okumak isterseniz tıklayınız  >>>

degisimBir firmanın değişime ihtiyaç duyup duymadığı aldığı sinyalleri inceleyerek anlaşılabilir. Bu sinyalleri 3 gruba ayırabiliriz :

* Erken hayati sinyaller
* Ciddi hayati sinyaller
* Kritik hayati sinyaller ve kayıplar

Erken hayati sinyaller

- Müşterileri tatmin etmek zorlaşmıştır, daha yüksek kaliteli ürünleri daha kısa zamanda istemektedirler.

- Yönetimin önemli bir zamanı işleri sıraya dizmek, kriz çözmek ve müşterilerin teslim tarihlerine uyumlu hale gelebilmek için harcanmaktadır.

- Kalite seviyesi istenilen düzeyde değildir, müşteriler rakiplerimizin daha iyi ürünler verdiğini iddia etmektedir.

- Müşteriler o sırada kimsenin sağlayamadığını düşündüğümüz özellikler istemektedir.

- Müşterinin istediği kaliteyi sağlayabilmek için eskisinden daha fazla kalite kontrol işlemine ihtiyaç duyulmaktadır.

- Fiyatlar rekabet dolayısı ile sürekli düşmektedir.

- Rakiplerimizin hiç de dürüst olmayan taktikler ile müşterilerimize yaklaştığı düşünülmektedir.

- Müşteriler ve rakipler devamlı olarak sürprizler yaratmaktadır.

- İşletme içi suçlama ve bölümler arası çelişki artmaktadır.

- Yönetim kendi sisteminin üstün olduğuna inanmakta ve ?kötü haber veya eleştiriler? iyi karşılanmamaktadır.

Firma yönetimi yukarıdaki gibi erken sinyallere aldırmaz ise daha ciddi ve 2. Seviye sinyalleri almaya başlar, aradaki süre aylar veya yıllar olabilir …

Ciddi hayati sinyaller

- Müşteri tatmin seviyesi düşmüştür.

- Satışlar ve pazar payımız bir miktar azalmış, karlılığımız ise düşmeye devam etmektedir.

- Uzun vade içinde nakit akış tablosu sık sık eksi göstermekte,  zorunlu satışlar gerçekleşmektedir.

- Yükümlülüklerimizin varlıklarımıza oranı artmaktadır.

- Müşterilerimizi tutabilmek için ek iskontolar veya benzeri teşvik mekanizmaları gerekmektedir.

Artık, pazardaki eski payımıza yükselebilmek için kaybı göze alma dönemi başlamıştır. Bu arada hem yatırım maliyeti hem de işi bırakma maliyeti çok yükselmiştir.İşte bu noktada dramatik değişimleri gerçekleştiremez isek , bizi son aşamadaki kritik ve hayati sinyaller beklemektedir …

Kritik hayati sinyaller ve kayıplar

- Kar kayıpları

- Envanter değerimizin düşmesi

- Nakit akış problemleri

- Kredibilitenin düşmesi

- Devam edebilmek için farklı borçlanma yöntemleri

Firma bu aşamaya geldiğinde en büyük değerlerini kaybetmek üzeredir, bunlar :

* Mevcut müşterilerini kaybetmek
* Pazar, kar ve satış kaybetmek
* İlerideki pazar potansiyelini kaybetmek
* Çalışanlarını ve teknolojisini kaybetmek

Firmalar bu süreci yaşamak zorunda değildir, yapılması gereken sinyalleri küçümsememek, AV yerine AVCI olabilmek için gereken silahları kuşanmalıdır.

Bunun için 2 basit soru sorabilirsiniz …

1. Yönetiminiz şu anda yapmakta olduklarını yapmaz ise ne olur ?

2. Ne olursa işinizi, müşterilerinizi kaybedersiniz ?

Bu soruların cevaplarına göre kendinize iyi bir iş listesi çıkıyor olabilir, kolay gelsin.

Tags:

Bu yazıyı genç bir üyemin isteği üzerine yazıyorum … Genç arkadaşımız okulunu yeni bitirmiş ve bir firmada 3 ay önce çalışmaya başlamış olan bir Endüstri Mühendisi. Benden istediği ise kendi meslek hayatı için tavsiyeler.

Bu konunun başka okuyucularım için de geçerli olabileceğini düşünerek özel bir cevap yerine herkesin okuyabileceği şekilde cevaplamak istedim.

Ben de bir endüstri mühendisiyim, tabi mezuniyetim sizlerden oldukça eski (1980 – Boğaziçi Üniversitesi). Üniversiteye hazırlanırken işletme ve iktisat konuları bir miktar ilgimi çekiyordu, diğer yandan da Boğaziçi Üniversitesinde okumak istiyordum … Bunlar birleşince Endüstri Mühendisliği bölümünde karar kıldım.

İlk derslerimden birinde “mühendisin bir şey bilmesine gerek olmadığını ama öğrenmesi gerektiği anda nereden ve nasıl öğreneceğini bilen insan” olarak tanımlanması işimi de gelmedi değil. Ne de olsa acilen bir şeyler öğrenmek zorunda değildim !

Gençlerin içlerine sindirmesi gereken birinci konu bu, “öğrenmeye açık ve istekli olmak”.

Endüstri Mühendisinin ne iş yapacağı o yıllarda (1976-1980) çok belirgin değildi, o zamanlar bize Genel Müdür ile Çaycı arasında herhangi bir işin bizden beklenebileceği söyleniyordu. Bu varyans heyecan verici bir şey, o yıllarda vizyonumu genişletmedi değil. Daha sonraki yıllarda bana Endüstri Mühendisi ne yapar diye soranlara bu tanımı tekrarladım ve hala daha da bu tanımın geçerli olduğunu düşünüyorum.

Endüstri Mühendisi, farklı disiplinlerden gelen insanları ve iş yapma biçimlerini aynı düzlem içinde ve bir arada tutabilecek çalışma düzenini geliştirmeye istekli, farklı konuları öğrenmeye, gerektiğinde onları birleştirerek sentez yapmaya gerektiğinde ise küçük parçalara bölerek herkesin anlayacağı şekle getirmenin önemli olduğunu kavramış olan bir kişi olmalıdır, kanımca …

Örneğin bir İnşaat Mühendisi şirketinin muhasebe sistemini anlamaya çalışmaz (bu beni şaşırtmaz) veya bir Makine Mühendisi satış kadrolarının beklentilerine fazla kafasını yormayabilir. Halbuki Endüstri Mühendisi için bunların hepsi doğal olarak ilgilenmesi gereken konular olabilir. Bu noktada durmak istiyorum, çünkü okullarımızdan iki tür insan çıktığını düşünüyorum.

Bunlardan ilki bazı metodları bilen ve onları uygulamak üzere firmalara katılan kişiler diğerleri ise metodları bilen ancak işin analiz kısmına daha fazla ağırlık vermiş olan, önyargısız, işletmenin problemini anlamaya çalışıp dünyada geçerli olabilecek yöntemleri tarayabilen gençler.

Hiç bir konuda saplantınız ve hiç bir yönteme karşı tutkunuz olmamalıdır. Bütün yöntemlerin bir ihtiyaç sonucu gündemde olacağını, onları sevmek veya nefret etmek diye bir şey olamayacağını ve her yöntemin mantıklı olabilecek şekilde “yorumlanabileceğini”, kitaptan fırladığı gibi kullanılmasa da olabileceğini kabul edebilmelisiniz.

Başarı hikayeleri vardır, benimde bazen nasıl başarmış diye merakla okuduğum … Bazılarında gerçekten önemli ip uçları bulabilirsiniz. Başarısızlık hikayesi diye birşeyi biliyormusunuz ? Bilemezsiniz çünkü kimse yazmaz …

Bir konu üzerine yüzlerce belki binlerce kişi çalışır ama başarılı olmuş sadece bir kaç kişinin ismi duyulur. Geriye kalanlar kritik sınırı geçememiştir. Seçilen konunun genişliğine göre şansınız çok veya az olabilir.

Demek ki önce savaş alanınızı seçmelisiniz … Mücadelesini vereceğiniz konu büyük oranda size bağlıdır, onun için dikkatli olmalısınız.

Kimler başarılı oluyor ? Bunun için özellikler sayılabilir ancak benim öğrendiğim en birincisi “pozitif düşünen” ve “pozitif düşünen insanlar ile beraber olanlar”. Gerisi çalışmak, sorgulamak, baştan başlayabilmeyi göze alabilmektir.

Eğer pozitif düşünemiyor ve pozitif düşünenler ile beraber olamıyorsanız işiniz çok zordur …

En bilgili kişi siz olmayabilirsiniz ama sonuç almaya dönük hareket edebilen, çalışkan, başkalarını üzmeden işini yapabilen birisi iseniz şans size yardım edecektir. Tıpkı “benim şansım vardı ancak bu şans haftada 99 saat çalışmaya başlayınca ortaya çıktı” diyen başarılı birisi gibi.

Konuşmak yerine susmak, işi yapmak, bazen o iş sizin işiniz olmasa bile iyi bir seçenektir. Her zaman beklentiyi aşmalısınız.

Sende kim oluyorsun böyle ahkam kesiyorsun diyenlere hiç bir sözüm yok, herkes kendi zamanından çalar, zaten birileri kaybetmiyor olsa birileri kazanamaz. Ben kendi hayatımda öğrendiklerimi aktarıyorum.

Şimdi gelelim Endüstri Mühendisliği konularına.

Ben uğraştığım konuları ayırt eden birisi değilim. Doğrusal programlama ile MRP, yalın üretim felsefesi ile maliyetlendirme konuları benim için aynıdır. Bu yüzden şu veya buna eğilin diyemem, önünüze ne çıkarsa onu öğrenin ve hayata geçirmeye çalışın derim.

Yıllar önce bir şirket ile toplantı yapıyorken şirketin sahibi bana “biliyormusun ben MRP’yi hiç sevmem” dedi. Bende ona bu MRP’nin umrunda bile değil haberin olsun demiştim.

Ancak günümüzün iş hayatında iki ana kol var diyebilirim (bu ayrım oldukça kaba olacak, keskin uzmanlık alanları her zaman geçerli olabilir).

Bunlardan ilki ERP konuları etrafında bilgi sahibi olmak, üretim sisteminin tanımlanması, satış, satınalma, tahsilat ve ödeme gibi süreçlerin ERP içinde ele alınması, çeşitli otomasyon konuları ve sonuçlarının analiz edilmesi, maliyet düzeninin kuruluşu ve ayakta tutulması gibi bir dizi iş süreci hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olmak, ERP yazılımlarının şirket içinde verimli uygulanmasını  temin etmek.

Diğeri ise yalın üretim konularına girmek, üretimin içinde vakit geçirerek bu süreçlerin iyileştirilmesine katkı sağlamak, hücre tasarımı, kanban, stok kayıt doğruluğu, 5S, OEE düzeninin kuruluşu gibi konularda teorik ve pratik olarak ilerlemek. Bu konuda çalışacak arkadaşlara bir miktar ERP ile de ilgilenmelerini öneririm.

Bunlar ile ilgilenmeyecekseniz canınız ne isterse onu yapabilirsiniz. Benim beyin cerrahı olan programcı arkadaşım da var yurt dışında bilgisayar eğitimi görmüş köfteci arkadaşım da …

Bunların dışında genç arkadaşlarıma strateji oluşturma, bunun için izlenebilecek yöntemler, şirketlerin vizyon oluşturma sürecinin nasıl olması gerektiği gibi konularda okumalarını öneririm. Sonuçta bin farklı detay aslında bir kaç kısa cümledir, bunu okuyarak, yaşayarak ve yorumlayarak öğreneceksiniz.

Başlıkta yer alan “El Feneri” ifadesini benden tavsiye isteyen arkadaşım kullanmıştı, benim tercihim odanın ışığını açmak şeklinde, çünkü el feneri belli bir yeri işaret eder halbuki sizin ihtiyacınız 360 derece görebilmek …

Umarım başarılı olursunuz …

İnsanlar nasıl yönetici veya patron olurlar ? Bir patron “yetersiz” sıfatını nasıl hak etmiş olabilir, yetersiz ise nasıl patron oldu ?

Bir yönetici yönetmeyi bilmiyor ise nasıl yönetici olur ?

Aslında patron olmak yönetici olmaktan daha kolaydır. Bir gün kendi işinizi kurmaya karar verir sonrasında da bir sürü sebepten dolayı bir miktar başarılı olursanız “patron” olabilirsiniz. Bu durumda iplerin çoğu sizin elinizdedir.

yetersiz_yonetici

 

Yönetici olma ve o noktada kalma süreci bence daha zordur, çünkü iplerin çoğu başkalarının elindedir. İşte yöneticiler bu farkı bilmelidirler. Patron olmak ile yönetici olmak farklı iki durumdur.

Peki bir patrona, işini kurabilmiş bir kişiye nasıl “yetersiz” sıfatı yakıştırılabilir ?

Çünkü her taş yerinde ağırdır. Patronluk bir tercihtir ancak yetersizlik bir durumdur. İş bir büyüklüğe ulaşmış ve patron’un yetenekleri veya dünya görüşü işi ileriye taşımıyor olabilir veya bir konuda çok iyi ama sizin işiniz ile ilgili çok kötü olabilir (ve bu durumu kabullenmez). Örneğin üretim süreci hakkında tam bir uzman ama pazarlama konusunda tamamen habersiz ve önerileri anlamamaya çalışan bir pozisyonda olabilir. Bu durumda eğer siz pazarlama müdürü iseniz “çok işiniz var demektir”.

Peki bir yönetici işini bilmiyor ise nasıl yönetici olur ?

1. Genetik olarak (patronun oğlu, kızı, damadı ….)

2. Başka kimse olmadığı için (eski olduğu, ilk işe giren o olduğu için)

3. Hatalı değerlendirme sonucu (bir konuda çok iyi olan birisini bu yüzden yönetici yapmak)

4. Yönetilebilir olduğu için (büyük şirketlerde orta kademe yöneticilerde rastlanır, bir üstünün tercihidir)

5. Sağ kol olduğu için (patronun kendi etrafına güven halkası oluşturmak istemesinden dolayı)

Bu noktada bilmeyenler ile anlamak istemeyenleri ikiye ayırmalısınız. Bilmeyen ama öğrenmek için çaba gösteren iyi niyetli kişileri anlamak istemeyen ve kendileri ile çalışanlara kötü veya olumsuz davranan insanlardan ayırmalısınız. İlk gruba girenlere şans vermelisiniz, ikinci gruba ne yapabileceğinize şimdi bakacağız.

İş hayatında günlük şikayetler normaldir

Herkes yöneticisi veya iş arkadaşından zaman zaman şikayetçi olur, insanların toplu halde zaman geçirdikleri her yerde “şikayet” olabilir. Fakat bununla yetersiz bir yöneticinin yaratabileceği gerginlik oldukça farklıdır. Bir işte çalışmak zorunda olup bu tür bir gerginliğe ve gelecek endişesine katlanmak oldukça sinir bozucu ve yıpratıcıdır.

Ancak bununla mücadele edebilir hatta avantaja dönüştürebilirsiniz.

Yetersizliği ve eksikliği anlamalısınız

Yönetici veya patronunuzun faydasız birisi olduğuna karar vermeden önce kendinize bakmalı elinizi vicdanınıza koymalısınız. Emir komuta zinciri içinde yaşayabilecek birisi misiniz yoksa otoriteye doğal olarak direnen bir bünyeniz mi var ?

Örneğin ben böyleyim, bana yapılan kişilik testleri ile de kanıtlanmış bir durum. Hakkımda “Emir altında çalıştırılamaz” teşhisi konmuş durumda. Şimdi benim kalkıp yöneticime (bugüne kadar hiç olmadı) yıkıcı eleştiride bulunmam haksızlık olacaktır çünkü ben o yönetici ile beraber çalışmaya zaten uygun birisi değilim.

Diğer yandan acaba siz yöneticinizi kıskanıyor ve onun koltuğuna göz dikmiş olabilir misiniz ! Eğer böyle ise o zaman siz eleştirinizde tarafsız olamazsınız. Sakın böyle bir durum var iken yöneticinizi üstlerinize şikayet etmeyin sonra sizin için hayırlı olmaz.

Üçüncü bir nokta onun hakkında yeterli bilgiye sahip olup olmadığınız. Bütün yöneticiler üstleri ile astları arasında “yastık” görevini görürler. Dolayısı ile onun üzerinde bulunan baskıyı anlamalı ve doğru değerlendirmelisiniz. Aynı baskı sizin üstünüzde olsaydı siz ne yapardınız ? Dolayısı ile anlamaya çalışmak lazım.

Hiç bir durumda yıkıcı ve aşağılayıcı davranmamalısınız, bu hiç bir koşulda kabul edilebilir bir davranış olmayacaktır. Unutmayın her zaman “pozitif olanlar” uzun vadede kazanır. Saldırganlar ise herkesin uzak durmak istediği kişilerdir, sebep ne olursa olsun.

Yardım isteyin

Şirketinizin içinde veya dışında konuyu konuşabileceğiniz, güvenilir kişiler bulun. Amacınız dedikodu yapmak ve kendinizi haklı çıkartıp daha çok dolmanızı sağlamak değil gerçekten tecrübeli, sakin, yön gösterebilecek (belki profesyonel birisi) birileri ile konuyu değerlendirmek olmalı.

İyi niyetle durumu gözden geçirmeye çalışmak, bu konuda destek istemek yöneticiniz hakkında bir komplo anlamına gelmez. Bu sayede her ikinizide mutlu edebilecek çözüm bulabilmeniz kolaylaşacaktır.

Yöneticinizi şikayet etmeden önce iki kez düşünün

Yöneticinizi şirketinizde ondan daha yüksek bir yerlerde olan birisine şikayet etmeden önce hiyararşik yapının çalışıp çalışmayacağını bilmelisiniz.

Sonuçta kendi üstünü şikayet eden birisi olarak işaretleneceğinize göre atacağınız taş ürküteceğiniz kurbağaya değmeli. Aksi takdirde güç dengesi sizin aleyhinizde ise bu bir intihar olur.

Ama bunun yapılması gerekli olan koşullar oluşmuş olabilir. Yöneticinin organizasyonun bütünlüğüne karşı bir ihmali veya olumsuzluğu var ise bunu bildirmek görevinizdir ancak delillerinizi paylaşmaya hazır olmalısınız.

Konu her zaman sizinle ilgili olmalı yöneticiniz ile ilgili değil

Yöneticinizin yetersizliği hangi seviyede olursa olsun işinizi yapabilmeniz için onunla çalışacaksınız (en azından bir süre) dolayısı ile kariyeriniz bu süreç içinde tariflenecek. Kendi istek ve ihtiyaçlarınıza dönük düşünmelisiniz.

Konuların farkında olmayan birisine farkında olmadığını söylemek bir sonuç vermez. Kesin ve net olmalısınız, örneğin “İşimi iyi yapmak ve hedeflerime ulaşmak için sizden “şu” yardımı istiyorum” cümlesi çok işe yarar. Sonucunda ya yardımı alırsınız ya da alamayacağınızı öğrenirsiniz. Bir sonrasında başka bir alternatif yardım isteyin eğer onu da alamıyor iseniz ona “hedefinize ulaşmak için size hangi yolu izlemenizi önerdiğini sorun”. Bu aşamada problemi beraber çözmek için samimi olduğunuzu, onun üzerinden geçmek gibi bir niyetiniz olmadığını hissettirmelisiniz.

Olayları siz yönlendirin, topun yere düşmesine izin vermeyin

Eğer şu anda onun yerine geçebilecek bir durumunuz yok ise ona yardımcı olarak ilerlemek sizin için iyi olacaktır, bunun yolu onun açıklarını onun yüzüne vurmadan kapatarak devam etmenizdir. Buna delikleri kapatmak diyebilirsiniz. Bir çok “sağ kol” böyle sağ kol olur.

Organizasyon ve ekibiniz için iyi olanı yapın, yöneticiniz ne kadar yeteneksiz olursa olsun içinde bulunduğunuz sistemin çuvallamasına izin vermeyin. Kısacası topu yere düşürmemek elinizde ise düşürmeyin.

Topun düşmesine izin verip yöneticinizi zor durumda bırakmayı tercih etmek çok defa denenebilecek bir taktik değildir. Her çarpışma taraflarda hasar yaratır, kafanızın sağlamlığına güvenmiyor iseniz bunu yapmayın. Unutmayın her zaman pozitif olanlar ve inisiyatif alanlar öne çıkar, saygı görür. İntikam alanlar ise sonuçta sistemin dışına itilir.

Kendinize dikkat edin, iyi bakın
Gerilimli iş ortamı sağlığınızı bozabilir. “Bu adam beni deli ediyor, dünyamı karartıyor” diyorsanız hayatınıza da dikkat etmelisiniz. Ancak birisi deli ediyor ise biriside deli oluyor demektir. Dolayısı ile sizin de yapabilecekleriniz var.

Bunun için işinizin etrafında bir psikolojik çember oluşturun, yöneticiyi bu çemberin dışında bırakın ve işinize bakın. Eğer yapamıyor iseniz başka bir bölüme geçmeye çalışın, o da olmuyor ise tebdili mekanda ferahlık vardır cümlesi her zaman geçerli.

Rakibiniz mi var ? Aranızda bulunan farkı nasıl açacak veya kapatacaksınız ?

Önce bugün ufak da olsa bir üstünlük sağlamalısınız, eğer müşterinizin değer verdiği bir konuyu işledi iseniz bu ufacık fark giderek büyüyecek ve ya farkı açacak veya kapatmış olacaksınız (müşterinin değer vermediği konularda ne yapsanız fark etmez). Elbette üzerinde çalışacağınız konu başlıklarını arttırırsanız şansınız da o kadar fazlalaşacak.

Örneğin kısa teslim süresi, samimi bir kalite anlayışı, temizlik, ürünün “tam ürün” olması (mesela bir lokantada çevrilmiş tavuk istediniz ve bir kaç patates ile önünüze geldi, başka bir yerde ise biraz patates, biraz iç pilav, biraz domates, bir bardak ayran ile geldi … hangisi tam ürün ?), iyi fiyat (en ucuz olmayabilir), samimi bir servis (efendim bize söylenen bu ne yapalım … veya bu bizim bankamızın kuralı gibi saçmalıkların duyulmayacağı konuşma ve yazışmalar) … Siz de kendi işinizi düşünürken “kendinizi sizin şirketin müşterisi” gibi hayal edin ve gerekeni yapın. Faydasını göreceksiniz.

Günlük iş temposu içinde ne yaptığımızın, nasıl yaptığımızın farkında olamayabiliriz. İş hayatı içinde yaşanan gerginlikler, tartışmalar zamanla bizim işimizi olmaması gibi yapmaya veya çevremiz tarafından istemediğimiz konumlandırılmaya maruz kalabiliriz.

Diğer yandan öğrenen insan – öğrenen şirket konusu var. Şirketler kişilere devamlı bir şeyler öğretmek yerine çalışanlarına “öğrenmeyi” öğretseler çok önemli bir engeli aşmış olacaklar. Ancak bunun için biraz zaman ayırmak gerek.

Çalışanlarınıza davranışlarını nasıl gözden geçirebileceklerini, neleri değiştirmeleri gerektiğini nasıl keşfedebileceklerini ve onları nasıl değiştirebileceklerini öğretmek çok iyi bir yatırımdır.

Bunun için basit bir yol kullanılabilir ve sadece bir kaç dakika alır.

İş yerinizi terk etmeden önce bir kaç dakikayı “o gün ne olduğunu” düşünmek için ayırın. Ne planlamıştınız ve ne yaptınız. Toplantılar nasıl geçti, aralarda ne yaptınız, iş arkadaşlarınız veya iş yaptığınız kişiler ile neler konuştunuz.

Ve sonra aşağıdaki soruları sorun kendinize.

* Neleri başardınız, neler sizi zorladı ? Bilginizi kullandığınız işler ile yetersiz kaldıklarınız nelerdi ?

* Bugün ne öğrendiniz, kendininizde negatif gördüğünüz (eksik gördüğünüz) herhangi bir konuda ilerleme sağladınız mı? İşiniz ve çalışma ortamınız ile ilgili ne öğrendiniz ve yarın ne yapmayı planlıyorsunuz ?

* Herhangi bir kişiye bilgi aktarmalı veya durum tazelemesi yapmalı mısınız ? Teşekkür etmeyi unuttuğunuz biri var  mı?

Bu tempo içine girerseniz ilişkilerinizi daha güçlü hale getirebilirsiniz. Birisini bilgilendirmek veya teşekkür etmek için bir kaç dakika içinde bir eposta gönderebilir veya telefon ile konuşabilirsiniz. Bir sorunuzu sorabilir, iş arkadaşlarınızı çevrimin içinde tutabilirsiniz. Çoğunlukla bu tür konular için zaman ayırmayız, fakat zaman ayırmamak bize ne kazandırabilir ?

İş hayatı sosyal bir çevre ve iyi ilişkiler demektir. Eğer bu düzeni ayakta tutmak için çaba harcamaz isek başarılı olmamızda çok güç olur. Çevrenizde bulunan insanları dikkate almadan, her şeyi kendiniz yapmaya çalışır iseniz genellikle “iletişim özürlü” olursunuz.

Bu süreç “anlatana kadar yaparım” düşüncesi ile tetikleniyor olabilir. Elbette bu en iyi ihtimal, eğer bunun sebebi bilgi paylaşmama isteği ise hem sizin hem de şirketiniz için daha kritik bir konu.

 

ARZ’ın TALEBİ geçtiği durumda ya talep arttırılacak (pek mümkün değil) ya da arz azalacak (işte duymak istemediğimiz şey).

Tags:

Bu sunum 8 Kasım Ege Üniversitesi EBİLTEM’de yapılan konuşmadan alınmıştır.

Tags:

158 kişinin katılımı ile gerçekleşen “Girişiminizin İlk Seferde Başarılı Olması İçin Bilmeniz Gereken 5 Şey Nedir ?” isimli seminerde 5 maddenin özetlendiği bölümü seyretmek isterseniz …

Tags:

Tags:

 

startupBaşka başarı hikayelerini dinlemek yerine kendi başarı hikayeni yaz! Fikrinle gel, ekibini topla, geliştirmeye başla, 54 saat boyunca mentorlar eşliğinde çalış, projeni hayata geçir ve yeni işinin temellerini bizimle at! Etkinlik 15-16-17 Kasım tarihleri arasında EBILTEM Ege Üniversitesi Kampüsü, EBİLTEM Binası’nda gerçekleşecektir. Sınırlı kontenjanı olan bu etkinliğe hemen kayıt ol, sen de projeni hayata geçir! Ekibim yok ama fikrim var diyorsan gel ekibini orada kur, fikrinle yarış!

Tags:
tal
Yenilik nasıl yaygınlaşır, yeni bir fikir, yeni bir ürün nasıl daha büyük kitlelere ulaşır ?
Her yeni ürün yaygınlaşmaz, çoğu biz onları duymadan pazardan çekilir, yok olur. Bunun sebebi yolun üzerinde bulunan çukuru aşamamalarıdır.

Teknolojik ürünlerin, önceden rastlanmamış fikirlerin veya o ürüne çok uzak duran topluluklarda yaygınlaşmanın adımları vardır. Bu seminerde algoritmanın adımlarını örnekleri ile izleyeceksiniz.
Bu konu kimler için ilginç :
- İş kurmak isteyen, yeni bir konuda girişimde bulunmak isteyenler
- Pazarlama ve stratejik planlama konularında çalışanlar
- Teknik alanlarda yöneticilik yapanlar
- İç girişimciler, şirketlerinde yeniliklerin öncülüğünü yapmak isteyenler
Süre : 1 saat

 

izmir450
.
7 Kasım / Dokuz Eylül Konferansına katılmak istiyorsanız lütfen tıklayınız >>>

8 Kasım / EBİLTEM – TTO Konferansına katılmak istiyorsanız kayıt için tıklayınız >>>

 * Her iki konferansın içeriği aynıdır

Hedef Pazar Seçiminden Rekabet Faktörlerine, Dokunulamayan Ürünlerin Pazarlamasından Yenilik Nasıl Yayılır (Technology Adoption and Chasm) ve Mavi Okyanus Stratejisine ? Ufuk turumuz 3 saat sürecek ve belki size çok başarılı bir işe sahip olma kapısını açacak ?

girisimcilik_semineri_cp

Fikrinizin diğer insanların ?para ödeyeceği? bir hale gelebilmesi için çok çalışacak, para ve zaman harcayacaksınız. Yolunuzun üzerinde bir çok aşama var, şirket kurmak, ortak bulmak, para bulmak, kendini tanıtmak, ürünü ortaya çıkartmak ? say say bitmez.

Ancak önce kime, nasıl ve ne kadar satabileceğinizi değerlendirmeniz gerekir. Dikkat ederseniz ?neyi? diye sormadım çünkü ?o? kime sorusunun doğru cevaplanmasından sonra son şeklini alacak ( 4 Eylem Analizi).

Ne kadar çok para veya enerjiniz olursa olsun eğer ?temel pazarlama hatalarını? yaparsanız başarısızlığı davet etmiş olursunuz, en kötüsü sonunda ümidinizi yitirebilir ve vazgeçme noktasına gelebilirsiniz.

Başarılı olmak, kendi işinizin sahibi olmak, takdir edilmek ? Girişimcinin aklında bulunan resmin parçalarıdır. Bu resme ulaşabilmenin yolu ise ?başarı ve kaybetme ihtimalleri? üzerinde aynı anda çalışmak ve içinden çıkılamayacak bir çukura girmeden mümkün olan en düz yolu izlemektir.

Yoğun İçerik

Bu seminerde izleyeceğiniz başlıkların her biri ?nasıl? bakış açısı ile hazırlanmıştır. ?Nasıl? çok önemli bir kelime ? Çoğu seminerde ?nasıl olduğu açıklanmadan? tarihçe, istatistik, genel ifadeler ile geçiştirilen konular dinlersiniz.

Bu seminerde ise sadece metodlar var, ?nasıl? var. Seminer bittiğinde yapmayı düşündüğünüz girişimin sonuçlarını analiz edebilecek metodlara ve dünya görüşüne sahip olacaksınız.

Fikrinizi sorgulama şansı

Girişimciler fikirlerini çarçabuk hayata geçirmek ister, bu normal bir şey elbette. Ancak var sandığınızı düşündüğünüz hedef aslında yok veya hayal ettiğiniz gibi değil ise, hedefe giden yolu tarif edemiyor iseniz, yol koşullarına uygunluğunuzu tarafsızca değerlendirmediyseniz ?  İşte bu seminerde aklınızdan geçeni sorgulayabilecek, belki fikrinizi rafine edecek belki yönünüzü değiştirmiş olacaksınız.

Konuşma Başlıkları

1. Hedeflediğiniz Müşteri Grubu gerçek bir grup mu, seçtiğiniz hedefin gerçek bir müşteri grubu olup olmadığını nasıl anlayacaksınız ? (Market Segmentation)

2. Özel Bölüm : Dokunulamayan ürünler satacaksanız (Yazılım, Hizmet, Danışmanlık ?) onların dokunulabilenlerden nasıl ayrıldığını ve dokunulamayan ürünlerin pazarlanmasında / satışında yapmanız gerekenleri bilmelisiniz ?

3. Mücadelenizin temelini oluşturacak ?Rekabet Faktörlerinizi / Parametrelerinizi Nasıl Belirleyeceksiniz? ? ? Neler rekabet parametresi ve neler değil, kendiniz ile uyumlu olanları nasıl belirleyecek ve zamanınızı boşa harcamadan hedefe ilerleyeceksiniz ?

4. Teknolojik ürünlerin pazara girişi ve yaygınlaşmasının mekanizması, izlenmesi gereken yol nedir ? (Yenilik Nasıl Yaygınlaşır, Technology Adaption Lifecycle / Chasm)

5. Rekabeti arkada bırakmanız için 4 Eylem Analizi ile ürün tanımınızı nasıl geliştirebilirsiniz ? (BLUE OCEAN STRATEGY).

girisimcilik_semineri_02_cp

Kim Katılmalı

- Yeni bir iş kurmak isteyenler

- Girişim fikirlerini test etmek isteyenler

- Bir girişim fikrini bulmak veya olgunlaştırmak isteyenler

- Yazılım veya danışmanlık işinde olanlar, başlamak isteyenler

- Yeni bir ürün ile pazara giriş yapmak isteyenler

- İş kurmak isteyenlere ortak olmak, sermaye sağlamak isteyenler