Eveeeet, hem de ne biçim … dediğinizi duyar gibiyim.

Boks seyreder misiniz ?

Benim çocukluğumda Muhammed Ali, Joe Frazer, George Foreman vardı, ünvan maçları hep sabaha karşı yayınlanırdı … Bazen uyanıp seyretmeye çalışırdım. Her birinin kendisine göre stili vardı, elbette şimdiki boksörlerin de var ama ben artık kim kimdir bilmiyorum.

Boks iki eli olan insanların yapabildiği bir spor, bir veya iki eliniz ile korunur daha sonra sağ veya sol eliniz ile rakibinize vurmaya çalışırsınız. Eğer tek kolunuz var ise işiniz güç değil mi ? Bunu ancak süper karakterler başarabilir, o da çizgi filmlerde.

Tek kollu iseniz boks yapmıyor olmak herhalde en iyisi, belli ki dayak yeme ihtimaliniz oldukça yüksek.

Çok sayıda şirket bence tek kollu boksöre benziyor … Bu cümleleri hiç duydunuz mu ?

- Fiyatı indirmeliyiz, başka bir şeye gerek yok (İndirdikten sonra başka şeylerin olduğu görülecektir)

- Reklam yapmalıyız, kimse bizi tanımıyor (Reklam iyi bir şeydir, benim tanıdığım çok sayıda insan bu yolu denedi sonra da olmuyor muş dediler)

- En iyi makarnayı kullanıyorum yine olmuyor, müşteri gelmiyor (En iyi sendromu çok tehlikelidir, en iyi ürün, en iyi satıcı, en iyi fiyat … sürer gider ama lider başkası olarak kalır)

- Ürünü geliştirmek yıllarımı aldı, niçin almıyorlar … (Geliştirdiğiniz için toplum adına teşekkürler ama bize sormuş muydunuz acaba ! )

- Çok fazla tanıtım parası harcadık, satışlar ok gibi fırladı ama kalite sorunları bizi çok hırpalıyor (Reklam yolu açar ama ürün kendisi ilerlemek zorundadır)

- Düşük fiyat için büyük bir kapasite ile yola çıktık, sonra ekonomik kriz olmuştu ya, işte o zaman çekildik (Çok bilinen bir hikaye, düşük fiyatın tek yolu yüksek kapasite değildir)

- Kimse bizim gibi yapamaz, en çok biz satacağız (Tarih ve ticaret odası kayıtları bunlar ile dolu)

Bunların hepsi bir şirketin tek kol ile saldırısını veya müdafasını ifade eden cümleler …

Şirketlerin düşünmesi gereken çok sayıda parametre var, finansal yeterliliği konuşmaya bile gerek yok. Eğer öngörülen kalkış süresi için paranız yok ise veya kalkış sürenizi kısa tutarak finansal ihtiyacınızı küçük göstermek istiyorsanız daha fazla konuşmaya gerek yok çünkü maceranız kısa sürecektir. Şirketleri karsızlıktan önce nakit akışının olmaması öldürür. Bu açıklama sizin için yeterli değil ise bu olayı olması gerekenden daha kısa bir pistte havalanmak isteyen bir uçağa benzetebilirsiniz, pist biter ama uçağın tekerlekleri hala daha yere değiyordur.

Diyelim ki finansal hesaplamanız mantıklı, o zaman ringe çıkabilir veya uçağınızı havalandırabilirsiniz.

Şimdi göreviniz bir yandan kendinize uygun, kazançlı ve yeterince büyük pazarları keşfetmek, o pazarın ihtiyacını okuyup müşteriyi tatmin edecek ürün ve hizmetlerini üretmek, bunları yaratırken kaynaklarınızı nasıl en az kullanacağınızın yolunu bulmaktır. Rakipten daha kısa sürede, daha iyi fiyat / değer dengesini sağlayan, müşterinin arzusuna uygun veya zaman zaman onun bütçesi dahilinde beklentisini aşan öneriler geliştirmek (sizin bütçeniz değil onun bütçesi) ile başarılı olunabilir gibi görünüyor (cümle içinde geçen “değer” kelimesi hatalı konumlandırılır ise sonuç hiç iyi olmaz).

Ama bunun için iki kola ihtiyacınız var …

1. Stratejik Pazarlama (Stratejik Planlama ile başlar ve devam edilir)

2. Operasyonel mükemmellik

Bunlardan biri zaman zaman rakibi yumuşatmak için diğeri ise yere indirecek darbeyi üretecek. İndiremeseniz bile puan ile kazanabilirsiniz. Kol sayınız bir (1) ise belki çok sert vuracaksınız ama rakip biraz dayanıklı ise savunmanız zayıf olduğu için en az 3 adet darbe alacağınız kesin, gerisini siz düşünün.

Diyelim ki mükemmel bir operasyon becerisi sonucunda en ucuz sandalyeyi siz yapıyorsunuz … Bu sizin çok başarılı ve zengin olacağınızı garanti eder mi ?

Bu soru böyle sorulduğunda çoğu kişi hayır, daha başka şeyler de var elbette gibi mantıklı bir cümle söyler. İşin sahibi  siz iseniz çoğu kez bunu unutur ve en ucuzu yapabiliyor olmanın yeterli olacağını düşlersiniz, duvara vurup uyanıncaya kadar. Dışarıdan bakınca bariz olarak görünen nedense olayın içinden görünmez (bu konu değişen paradigmanın olayın içinden görünmemesi ile aynıdır).

En Ucuz ifadesini En İyi ile değiştirelim …

Diyelim ki en iyi kahve sizde olduğuna inanıyorsunuz. Buna güvenerek şu anda ortaya çıkıp en çok iş yapacak olan kahve zincirini kuracağım deseniz kaç kişi parasını bu işe yatırır … Size biri yabancı diğeri yerli olan 2 kahve zincirine ilaveten benzer ürünleri satan ve oldukça büyük zincirlere karşı “ama benim kahvem çok iyi” cümlesinin yeterliliğine inanmadıklarını söylemezler mi ? Ya da size çok ünlü bir fast food zincirinin ismini söyleyip “en iyi köfte onların değil ama …” ile başlayan bir cümle kurmazlar mı ?

Görüldüğü gibi “operasyonel mükemmelik kazanır, kazandırır” yolu asfalt ve düz değil.

Diyelim ki çok paranız var ve halen pazarlama = reklam olduğunu düşünenlerdensiniz. TV, gazete, sosyal medya sizinle çalkalanıyor, her taşın altından çıkıyorsunuz. Önce roket gibi fırlayan satış eğrisi hızla geriye doğru dönüyor, toplantılar … toplantılar.

Acaba kutunun rengi mi hatalıydı yoksa reklam filminde oynayan hanımın yaşı mı uygun değildi … sonu gelmeyen tartışmalar.

Pazarlamanın eksenlerini kavramadan, kolaycı bir tercih ile paranızı harcıyor olmanız yetmeyecektir, para her kapıyı açar derler ama miktarını söylemezler.

Akşam hangi yoğurdun reklamı vardı ? Bugün gidip o yoğurdu aldınız mı ?

Hafta sonu gazetenizin içinden çıkan ve size “elit bir hayat” sunacak olan site reklamı sizi yerinizden zıplattı mı ? Zıplattı ise 2 yıl vadesiz, üstüne kira garantili satış vaatleri başkaları için mi yapılıyor ?

Bankalar her akşam şunu – bunu yapıyoruz diye niye çırpınıyor ancak bunun yerine müşterisinin hesabından hesap işletim ücretini nasıl almayabilirim diye düşünmüyor … düşünmüş olanlar niçin kendilerini ifade edemiyor ?

Ödül kazanan  web siteleri yapıp sonra o site de bulunan bilgi formuna cevap vermiyor olmayı da oldukça “stratejik” bulduğumu söyleyebilirim, umurumda değilsiniz demenin uzun yolu …

Anlat anlat bitmez …

Stratejik Pazarlama … çok karizmatik !  Belki bu yüzden ona dikkat etmiyoruz. Herhalde bu bize uymaz diye düşünüp bu sonuca varıyoruz. Halbuki olay basit, hedefin ne ? Bugün bu hedefe ulaşabilmek için ne yapıyorsun ? Yaptıkların bu hedefe uygun mu ? Hedef kendi içinde yeterli ve mantıklı mı ? Bunun gibi soruların cevabının aranması diyebilirsiniz, ancak reklam yapmak, fuara katılmak, broşür bastırmak diyemezsiniz. Peki stratejik plan veya pazarlama çalışması  tek başına yeter mi ?

Eğer bünyeniz verimli değil, operasyon yönetiminiz kaçaklar ile dolu ise pazarlama planınızın mükemmel olması yetmeyecektir. Tıpkı canlılar dünyasında olduğu gibi. Kaynaklarını en verimli kullanan canlılar dünya üzerinde daha uzun süre varlıklarını sürdürür. Örneğin tek bir yemek ile 1 yıl idare edebilen timsah 50 milyon yaşında iken yediklerinin yarısını kullanabilen ve her gün beslenmek zorunda olan fil 4 milyon yaşında. Stratejik Plan sizi doğru işe yönlendirir ama işleri nasıl doğru yapacağınıza pek karışmaz, orası operasyonel mükemmellik – taktik alanıdır.

Tek kollu şirket ne kadar sopa yer, bir tahmininiz var mı ?

Muhtemelen çok.

Şirketler çoğu kez konjonktür sayesinde ayakta durur ve yaşar. Ortam koşulları, yoldan geçen ve ürünü zaten talep edenlerin çokluğu, rakiplerin çok farklı düşünmüyor olmaları, bulunduğunuz konum, ailenizden gelen para …

Ne zaman problem yaşar ?

Şirketlerin çoğu bazı şeyleri hatalı veya bazı şeyleri eksik yaptıkları için rekabet dışı kalmaz. Genellikle onu başarıya taşımış olan iş yaklaşımı ile pazar gerçeklerinin uyumluluğu sona erdiği için başları belaya girer şirketlerin.

Şirketin stratejik pazarlama planı pazar gerçeklerinin değişimini (müşterinin sesi, inovasyon etkisi, sosyal yaşamın değişim yönü, değer sistemi … ) içermiyor ise sizinle pazar arasında ayrışma başlar, çok verimli bir bünyeniz olsa bile.

Şirketler bazen kaynak bazen zaman bazen ise görüş kıtlığından iki kola sahip olmaları gerektiğini unutur, unutmak ister. Çoğu kez konfor zonu buna engel olur, işler yürüyordur … Yediği dayak genellikle çok ani olmadığı için refleksleri çalışmaz. Fakat aldığı her darbe enerjisini biraz daha azaltır. Bunu yerine koyabilmek için insanlar bir şeylerden vazgeçer, bu süreç değişmez ise iplerin kopacağı noktaya gelinir ve hakem saymaya başlar …

Stratejik Pazarlama ve Rekabet Stratejileri, ne zaman saldırmalı, ne zaman savunmalı veya ne zaman gerilla gibi davranmalısınız ?

Bizim rakibimiz yok !

Böyle inanıyor olmanız sadece rakibinizin işine yarar. Rekabet her zaman var, her zaman bir şey yapmak ile yapmamak arasında karar veririz, işte o an iki fikir veya iki ürün çarpışır.

Rakibiniz her zaman bir başka firma olmayabilir. Hayat stilinin değişmesi, sosyal koşullar, başka bir teknoloji sizi işinizden edebilir. Bazen de hiç ummadığınız ve sizin ile aynı işi yapmayan birisi size rakip olabilir. örneğin akşam yemeği için müşteri bekleyen lokantaların rakibi AVM’ler veya sinemalar olabilir. Kısacası kolay yemek yok.

Diğer yandan bir rakip ile karşılaştığınızda veya karşılaşmak istediğinizde ne yapacaksınız, ilk hamle sizden mi gelmeli ve nasıl düzenlenmeli ya da karşıdan gelen bir hamleye karşı ne yapıyor olmalısınız ? İşte seminerimiz bu alanda kendisini geliştirmek isteyen yöneticiler için. Sadece yenilmeyenler yoluna devam edebilir, şirketinizi rekabet oyununda öne çıkartmak için oyunun kurallarını belirleyebilmeli ve rakibinizi ya sahayı terk’e ya da hata yapmaya zorlamalısınız.

Seminer Bilgileri

Tarih, Yer ve Saat

30 Kasım – Cuma

Fenerbahçe Faruk Ilgaz Tesisleri (Fenerbahçe Parkı – Kadıköy)  : 9:30 – 17:00

Lütfen Saat 9:00′da salonda bulununuz

Öğlen Yemeği, Seminer Notları ve Sertifika Dahildir.

Düzenleyen : Cengiz Pak

Katılım İçin :

Seminer Katılım Ücreti : 425 TL + KDV

Seminer kaydını  23 Kasım Cuma akşamına kadar yapan veya daha önce Stratejik Pazarlama seminerlerinden herhangi bir tanesine katılmış olanlar % 30 iskontolu olarak 425 TL yerine 295 TL + KDV ödeyerek bu seminere katılabilir.

Rezervasyon ve Kayıt

(216) 360 65 60 Aliye Duman

e-posta : aliye@temelteknoloji.com

Banka Bilgisi :

TEB Kalamış Şubesi (Temel Teknoloji – Cengiz Pak)
IBAN No : TR570003200004200000097043

Katılmak isteyen firmaların rezervasyon yaptırdıktan sonra katılım bedelini yukarıda bulunan banka hesabına yatırmış olmaları gerekmektedir.

———————————————-

Pazarlama Savaşı ve Rekabet Stratejileri Seminerine Niçin Katılmalısınız ?

Bir kaç ?on yıl? boyunca müşteri odaklı üzerine konuşuluyor. Peki bu yeter mi ?

Her firma günün birinde rakibi ile karşı karşıya gelir veya baskısını, nefesini ensesinde hisseder. İşte bu tür dönemlerde ?rakip odaklı? olmak gerekir. Rakip odaklı olmak ise ya savunma ya da saldırı anlamına gelir.

Rekabet stratejinizi doğru oluşturmak firmanızı ileriye götürecektir. Diğer türlü ise savaş alanından mağlup ayrılan siz olursunuz.

Bu çalışmamızda pazarlama alanını bir savaş alanı gibi görerek stratejiler oluşturmaya çalışacak, rakibin ve kendinizin yerini belirleyerek en uygun planı nasıl yapabileceğinizi izlemiş olacaksınız.

Kimler katılmalı

Şirket üst yönetimi, iş sahipleri, danışmanlık hizmeti verenler, pazarlama ve satış yöneticileri ve ekipleri, stratejik planlama çalışması yürütmekte olan kişiler.

Rekabet Stratejileri ve Pazarlama Savaşı Seminer İçeriği

Rekabetin oluşumu ve Porter?ın 5 kuvvet analizi

Bir şirketin hangi kaynakları rekabetçi stratejiye katkı sağlar ?

Rekabet avantajı elde etmek için Porter?ın Jenerik Stratejileri

Rekabet avantajının korunması için 4 yol nedir ?

Müşteri odaklı olmak yeterli mi ?

Saldırı ve Savunma Stratejileri

5 Temel Rekabet Stratejisi

- Yok Et ve Hasat Stratejileri, ADL ve Boston Matris analizleri nasıl yapılır

- İnşa, büyüme ve saldırı stratejileri

? Doğrudan Saldırı ? Frontal Attack

? Yandan Atak ? Flanking

? Kuşatma ? Encirclement

? Yandan Geçme ? By Pass

- Savunma stratejileri

? Konum savunm ası ve pozisyonun korunması ? Position Defence

? Kanat atağına karşı savunma ? Flank Defence

? Rakibin hazır olm adan saldır veya korkut ? Pre Emptive

? Kontra Atak ? Counter Offensive

? Hareketli Savunma ? Mobile Defence

? Küçülerek Savunma ? Contraction Defence

- Gerilla Stratejisi (Saldırı ve Savunma)

- Niş alanların bulunması ve Odaklanma stratejisi

- Gerilla Saldırısı Nasıl Yapılır

—————————————————————————————-

Kurum içi eğitim almak isterseniz aşağıda bulunan teklif isteme formunu doldurunuz …

Kurumsal Eğitim Talep Formu



İsminiz

E-Posta adresiniz

Firmanızın İsmi

Telefonunuz

Size Nasıl Yardımcı Olabilirim

Adresiniz

—————————————————————————————-

Jobs Apple için basitleştirmeyi bütün yazılım ve cihazların sorunsuz olarak bir arada çalışabilmesi olarak da değerlendirdi, ortaya Apple ekosistemi çıktı.

Jobs ve Apple müşteri tecrübesini geliştirebilmek için tasarım ile kullanım arasında kalan süreçleri bir bütün olarak tasarladı. “İnsanlar işleri ile meşgul olsunlar, bilgisayarlarını ve telefonlarını nasıl bir arada çalıştıracağım diye düşünmesinler” yaklaşımını benimsedi.

Aynı dönemde Microsoft ve Google ise  herkesin kendi platformlarını bir şekilde kullanmaları yönünde hareket etti. Jobs’a göre bu ürünleri karmaşık hale getiren bir iş modeliydi.

Steve Jobs kendisini bütünden sorumlu görüyordu, içinde Apple olan herhangi bir ürünün başkalarının hatalarından etkilenmemesi yönünde düşünüyor ve mükemmel müşteri tecrübesinin gerçekleşmesi hakkında kendisini sorumlu tutuyordu.

Elbette bu yaklaşım kısa dönemli kazanç elde fikir ile çelişir ancak ortaya çıkardığı ekosistem kullanıcıların kendilerini güven içinde hissetmelerine ve bunu takiben müthiş bir pazarlama başarısını yarattı.

Hürriyet / Bumerang tarafından düzenlenmekte olan blog yarışmasında “En Çalışkan Blog” kategorisinde oylarınız sayesinde ilk 10 arasına girdim. Öncelikle oy verenlere ve oy vermeye yetişemediğini benimle paylaşan arkadaşlara teşekkür ederim.

Tags:

Basit olmak kolay değildir. Apple bunu ürünleri ile başarmış, basit olmanın karmaşık olmaktan farkını kolayca kullanılan yazılımları ve cihazları ile kanıtlamıştır.

Jobs basit olmak ile Atari’de, gece vardiyasında çalışırken tanışmıştır. O zamanlarda Atari oyunları hiç bir el kitabı olmadan anlaşılabilen ve oynanan yazılımlardı. En uzun açıklama gerektiren oyun olan Star Trek için sadece iki satır vardı …

1. Insert quarter.

2. Avoid Klingons.

Jobs Xerox’un Palo Alto araştırma merkezinde grafik arabirimi olan bilgisayarı ve mouse’u gördükten sonra daha basit olanını tasarladı. Xerox’un mouse birimi 3 tuşlu ve 300 USD değerindeydi. Jobs tek tuşlu bir mouse’u 15 USD’ye ürettirmek için çalıştı.

Basitleştirmek için kullanımı anlamanın yanısıra üretim akışını da basitleştirmek gerektiğini planlamalısınız. Görünüşte basit gibi görünen bir ürün için uygulanması güç süreçler yaratıyor iseniz basitleştirme hedefinden uzaklaşıyorsunuz demektir.

iPod tasarım sürecinde “Şarkı, şarkıcı, album, hangisine göre aramak istiyorsunuz” sorusuna “niçin böyle bir şeye ihtiyaç var ki ?” diye sorgulayarak iptal etmişti. Daha sonra ise “açma / kapama” düğmesini sorguladı ve yok etti. Bunu ilk söylediğinde ekibi önce şaşırdı ama sonra gerçekten niye var ki diye sorarak tasarımdan çıkarttılar.

Basitleştirme ile yalınlaşmayı yakın akraba olarak değerlendirebilirsiniz. Sürecinizin içinden gerekmeyeni çıkartmak için önce gerekmeyeni bulmalısınız. Bunun için ise yapmanız gereken “olay yerine gitmektir” yani müşteri ile ürünün buluştuğu yere.

Kaynak : Walter Isaacson

Herkesin işini siz mi yapmak zorunda kalıyorsunuz ? Sizinle beraber çalışanlar kendilerinin yapması gereken işleri sizin kucağınıza mı bırakıyorlar ?

Bir çalışanınız ile karşılaştığınızı hayal edin.

- Sizinle bir dakika görüşebilirmiyim, bir problemimiz var.

Sonra size açıklamaya başlar, siz dinlersiniz. Yirmi dakika sonra problem hakkında öğrendiklerinize göre içine girmeniz gerektiğini anlamış olursunuz, fakat henüz karar verecek kadar konuya hakim değilsiniz.

- Bu çok önemli, şu anda tartışacak kadar vaktim yok, ben bir düşüneyim sana dönerim diyor olabilirsiniz.

Konuşma başlamadan önce maymun çalışanınızın omuzundaydı, konuşma başladığında maymunun bir ayağı çalışanınızın diğer ayağı sizin omuzunuza basmaya başladı, siz “bir düşüneyim” dediğinizde ise maymun sizin omuzunuza zıplamış oldu. Geçmiş olsun !

Halbuki problem sizin değildi, bıraksaydınız çok güzel bir öneri gelebilirdi, delege etme pratiğiniz gelişmiş olsaydı hem siz hem de çalışanınız bundan faydalanacaktı.

Siz ne yaptınız ?

Bir kere problemin sorumluluğunu kabul ettiniz ve daha kötüsü çalışanınıza rapor vereceğinizi söylediniz … Bu sayede çalışanınız bu konu hakkında düşünmeyi bırakmış oldu, sizinle karşılaştığında “Bir çözüm bulabildiniz mi …” gibi sorularda soracak, artık onun işini siz yapacaksınız.

İşte bunun olmaması için maymunları nasıl yöneteceğinizi öğrenmelisiniz. Aksi takdirde hem çalışanlarınızın gelişmesini durduracak hem de dünyanın en meşgul adamı olarak hiç bir işe yetişemeyeceksiniz (sitede bulunan delege etmek ile ilgili yazılardan da faydalanabilirsiniz)

Peki ne yapılabilir (Maymun = İş) :

1.  Maymun tarif edilmeli, konuşmanız bir sonraki hareket netleşmeden bitmemeli ve bu ben sana dönerim olmamalı.

2.  Maymuna kimin bakacağını bulun ve bu siz değilsiniz. Maymunlara organizasyonunuz içinde mümkün olan en alt seviyede bulunan birisi bakıyor olmalı.

3.  Maymunlar başıboş bırakılmamalı. Başıboş kalmamaları için tavsiye etmek ve dinlemek için zaman ayırmalısınız, ancak bu sırada maymun sizin omuzunuza zıplayamamalı. Bu kural bir işi başarılı delege edebilmenin esaslarındandır.

4.  Maymunu kontrol edin. Maymunu başkasının omuzuna bindirmiş olsanızda uygun aralıklarla kontrol etmelisiniz.

5. Randevusuz maymun kabul etmeyin, bırakın maymun kimde ise biraz daha düşünsün.

6. Elektronik posta ile maymunların size gönderilmemesi için tedbir alın, sözlü cevap verin ve hemen sahibine teslim edin.

7. Daha fazlası için delege etme konusunu inceleyin

Odaklanma

Neyi yapmayacağınıza karar vermek neyi yapacağınıza karar vermekten çok daha güçtür.

Jobs 1997 yılında Apple’a geri döndüğünde Apple bir düzine farklı Macintosh üretiyordu. Bir kaç hafta durumu inceledikten aşağıda gördüğünüz 2x 2 matrisi çizdi :

Her bir göze en iyi ürünün tasarlanmasını gerisinin iptal edilmesini istedi. Şirketi tekrar büyüme temposuna geri döndürdükten sonra her yıl Apple içinden seçtiği 100 kişi ile toplantılara girmeye ve şu soruyu sormaya başladı :

Bundan sonra yapmamız gereken 10 şey nedir ?

Her ekip üyesi kendi önerisini listeye sokabilmek için uğraşırdı. Jobs mantıksız bulduğunu eler, kalanlardan ilk 10 listesini yaptıktan sonra son 7′nin üstünü çizerek sadece bu 3′ünü yapabiliriz derdi.

Odaklanma Jobs’un iş ve özel hayatında izlediği bir yol olmuştur. Yaşamının son zamanlarında Larry Page (Google) kendisini ziyarete geldiğinde ona da aynı tavsiyede bulunmuş ve eğer odaklanmaz ise sonunun Microsoft gibi olacağını söylemişti. Larry Page 2012′de çalışanlarına az sayıda ürüne odaklanılacağını (Android, Google+ …) açıkladı.

Kaynak : Walter Isaacson

Danışmanlık değişmek için alınan – verilen hizmettir. Alan taraf bunu planlamıyor ise danışmanlık hizmeti yerine eğitim veya başka türlü hizmetlere yönelmelidir.

Bir insan, şirket, organizasyon içinde bulunduğu durumdan diğer başka bir duruma (changing states) geçebilmek için danışmanlık hizmeti alır veya bir danışman bu hizmeti veren insandır.

Değişim fiziksel, zihinsel, teknolojik, organizasyonel, psikolojik, konum gibi farklı eksenlerde planlanıyor olabilir.

Bir danışmanlık projesinde “değişim”  engellendiğinde veya planlanmadığında ise işin kendisinin gerçekleşmeyeceğini bilerek davranmak yerinde olur. Hedef, değişimi gerçekleştirmek olmalıdır.

Pazarlama için bin adet tarif bulabilirsiniz, ben aşağıda gördüğünüz tanımdan daha teknik olanlarını da biliyorum ancak nasıl bütün yollar Roma’ya çıkıyor ise bütün tarifler aşağıdaki basit kurguya çıkar.

“Pazarlama müşterimiz olan veya olmayan insanların dikkatini çekip onları bizim satmakta olduğumuz bir şeyi satın almalarını ve bu kararlarından mutlu olmalarını sağlayarak tekrar bizimle çalışmalarını, ürün veya hizmetlerimizi tekrar düşünmelerini veya çevrelerine referans olamlarını sağlamaktır.”

Bu tanımlamaya bir itirazınız var mı ?

Mutlaka sizin de ekleyecekleriniz olabilir ama işin özü budur. Hedef bu ise adımları neler olabilir ?

- Ne yaptığımızı, müşterimizden ne istediğimizi, ne işe yaradığımızı anlatabilmek

- Markamızın veya firmamızın arkasında pozitif bir duruş sergilemek

- Kaynaklarımızı bize en fazla getiri sağlayabilecek aktivitelere yönlendirmek

- Müşterilerimiz ile başarılı ilişki kurup onları kaybetmemek ve yenilerini ekleyerek pazar payımızı arttırmak

Yukarıda sayılanlar yeni bir şey değil, bunları biz de biliyoruz

Elbette, bunlar insanlık tarihi kadar eski olması gereken konular; iletişim, olumlu düşünme, verimlilik, iyi ilişki kurabilme … Konu bunları kimin bildiği değil, zihin yapınızda vites yükseltip bu hedef için kendi şirketinizde ne yapılıyor olduğunu değerlendirmeniz ve olması gerekenleri yapmaya başlamanızdır.

Ancak bu yol göründüğü kadar kolay bir yol değildir. Yolun üzerinde bir yığın ego, hatalı inanış, küçümseme ifadeleri, ben biliyorum itirazları, topu taca atma hamleleri, düşük enerjili ekipler, kararsız yöneticiler ve artık yorulmuş bir patron olması en çok rastlanan senaryodur.

İşte bu yüzden pazarlama işine doğru enerji ve dirençli bir zihin yapısı ile başlanmalıdır. Çünkü bu iş sağa sola reklam vermek, broşür bastırmak, kampanya yapmak değildir ancak siz böyle düşünüyor iseniz bence bütün imkanlarınız ile bunları gerçekleştirin ve olmayacağını anladığınızda bu konuya daha güçlü bir dönüş yapın.

Ülkemizin şirketleri hangi aşamada

Ben 32 senedir çalışan birisiyim, yüzlerce şirket ile iş yaptım, normal bir vatandaş olarak çok sayıda  yerde yemek yedim, alışveriş yaptım, gazete aldım, araba kiraladım, otelde kaldım  …. Hepiniz gibi.

Belki benim ilgi alanımdan ötürü olaya sizlerden biraz farklı bakıyor olabilirim. Bence ülkemizin ticaret veya üretim yapan mahallemizde bulunan gazeteciden dev sanayi şirketlerine kadar uzanan iş dünyasının şu anda Aşması gereken engel pazarlama konusudur. Bence henüz satış beyin yapısından pazarlama ruh haline geçememiş olanlar büyük çoğunluğu oluşturmaktadır.

İşim gereği meslek hayatımın son 18 yılını üretim yapan şirketler ile geçirdim. Bence Türk şirketlerinin bir şeyi üretebilme sorunları yok, öyle ya da böyle üretebiliyoruz, ürünlerimizi iyileştirebiliyoruz. Satış konusunda da fena değiller, yapılanları teknik olarak satabiliyorlar. Her ne kadar bu konunun A sınıfına geçmemiş bile olsak durum idare eder görünüyor. Zaten A sınıfına geçebilmek için PAZARLAMA engeli aşılmak zorunda, aksi takdirde SATIŞ konusunda alacakaranlık kuşağında bekleme devam edecektir.

Ben olaya bir evrim süreci olarak bakıyorum, önce yapabiliyor muyuz noktasından başlamışız, sonra satış yapmayı öğrenmişiz, şimdi pazarlama konusunda hamleler yapıyoruz …

Şirketler misyonlarının “para kazanmak olmadığını” anlamak zorunda

Gidin serbest çalışan birisine, bir şirket patronuna, bir dükkan sahibine şu basit soruyu sorun …

Sen bu işi niçin kurdun ?

Eğer cevap olarak “para kazanmak için” cevabını alıyor iseniz henüz evrim sürecinin başında olan bir işletme ile karşı karşıya olduğunuzu söyleyebilirim.

İş kurmanızın amacı “para kazanmak ise” bunun çok daha kısa yolları var (gerçi biraz riskli ama risk yok ise para yok demektir), niçin onları yapmıyorsunuz ? … Diye sorduğunuz da ise yok artık o kadar değil, benim bildiğim iş bu, ailemizin işi gibi veciz cümleler duyabilirsiniz. Yavaş yavaş konuya yaklaşmaya başlamış oluyoruz. Demek oluyor ki bu işi “para kazanmak için ” kurmamışlar !

İşte alınması gereken viraj bu. Bu işi niye kurdunuz ve bugün kuruluş amacına uygun ne yapıyorsunuz ?

Pazarlama konusunun ana teması budur, yoksa ne reklam yapmak ne de kampanya yapmak değil. Ama şirketlerde böyle konuşmaya başladığınızda başınıza çok şey gelebilir.

Eğer pazar payınız artmıyor ise etrafınız sarılıyor demektir

Çok bilimsel olmak istemiyorum ama yapılan iş insanların artık ihtiyaç duyup almayı durdukları (mesela radyo) bir şey değil ise ve siz doğru eylemleri yapıyor iseniz pazar payınız artmalıdır (gerçi bu durumda da artabilir ama konumuz bu tür detaylar değil). Artmıyor ise düşünmelisiniz, ben ne yapmıyorum diye !

Pazar payının artışı  ile satış cirosunun artışı farklı iki şeydir. İkincisi tamamen konjonktürel denebilecek sebepler ile artabilir. Örneğin fiyatlarınızı arttırabilir ve kısa süreli ciro artışına sebep olabilirsiniz. Sizi ilgilendirmesi gereken ise pazar payınızı arttırmaktır. Rekabet, müşteri ile kurulan iyi ilişkinin sonuçları (yapabildi iseniz), hedefinize uyumlu yapıyor olduklarınızın ölçüsü “pazar payı artışıdır”.

Sizinki artmıyor ise başkalarının artıyor demektir. Eğer artış izleyebildiğiniz rakiplerinizin payı değil ise etrafınız daha küçük ama daha fazla şirket tarafından sarılıyor demektir.

Pazarlama konusunda mesafe alınmadan dünya şirketi olunamaz

Ürünlerimizi 175 ülkeye satıyor olmamız bizim dünya şirketi olduğumuzu, markamızın dünya markası olduğunu göstermez. Bu 175 gibi sayılar benim en çok hayret ettiğim olaylardan birisidir. Mesela şirkette sadece 1-2 kişi bir miktar İngilizce biliyor ama şirket 63 ülkeye mal satıyor (bunu duvarda veya broşürde okuyoruz), ne kadar güven verici değil mi?

Zaten satış yapma konusunda bir problemimiz olmadığını söylemiştim, ne mutlu ki dünya üzerinde ticaret yapabilen başkaları bizi keşfetmiş ve ihtiyaçlarını bizim tesislerimizden karşılıyorlar !

Üretiyor olmak mı pazarı yönetiyor olmak mı ?

Bugün kullandığımız bazı çok ünlü ürünleri satanların tek bir dikiş iğnesi, bir tane makinesi, bir tane aracı bile yok. Ama biz onların markasına güveniyor ve üzerinde o işaret olan ürünleri alıyoruz. Kimin yaptığı, kimin taşıdığı ile ilgilenmiyoruz.

Evet ilgilenmiyoruz … İşte asıl konu bu ?

Ürünleri tüketenler onları sizin üretip üretmediğiniz ile ilgilenmiyor, onlar ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığı ile ilgileniyor. Bu cümle bizi üretim dünyasından pazarlama dünyasına taşıyan cümledir.

Örneğin çok satılan bir araba almayı düşünün, arabanın hangi parçasını o arabanın markasına sahip olan şirket üretiyor ? Belki bir kaç tanesini ama çoğunu değil değil mi ? Bu sizi etkiliyor mu ? Elbette hayır.

Örneğin çok ünlü tekstil markalarına bakın, kaç adet üretim tesisleri var. Ev sahibi olursan bir tane kiracı olursan bin tane evin olur misali binlerce olabilir değil mi ?

Private Label denilen marketlerin markalarını taşıyan ürünlere bakın, onları onlar mı üretiyor … Bu liste uzar gider. Asıl olan pazara hakim olabilmektir, üretiyor veya üretebiliyor olmak ise bundan sonra yapabileceğiniz bir tercihtir.

Sorulması gereken ilk soru

Benim müşterim kim ? Ben niçin varım ? Ben olmasam ne olur du ?

Size fazladan iki ip ucu daha verdim, şimdi çalışma zamanı.

Eskiden, bundan yıllar önce insanların toplantılarda ne konuştuğunu merak ederdim (1985 – 2000 arası), bazen bu tür toplantılara katılan tanıdıklarıma neler konuştuklarını sorar ama doğru dürüst cevap alamazdım. Ben o tarihlerde kendi şirketimde nerede ise 5 – 10 dakikalık toplantı bile denemeyecek şekilde bir araya gelmeler ile işlerimi yürütüyordum, arkadaşlarım ise saatler süren toplantılara giriyorlardı.

Daha sonraları diğer işlerimin yanı sıra bazı şirketlerde danışman olarak bulundum, işte bu dönemde çok sayıda ve uzun toplantıya katılarak yıllar önce merak ettiğim her şeyi uygulamalı olarak öğrendim. Bu tecrübe bana “Profesyonel Toplantı Yöneticiliği” diye bir işin olması gerektiğini, ilerlemek isteyen her yöneticinin bu konuda kendisini geliştirmesinin şart olduğunu veya şirketinde bu kayıplara son vermek isteyen üst yönetimin bu konuda bir uzman ile çalışması gerektiğini öğretti.

Profesyonel Toplantı Yöneticisi çok şeyi değiştirebilir

Toplantılara katılanlar hazırlıksız, düzenleyenler ne konuşulacağını bilmiyor ve yönlendirmiyor, toplantının sonunda hangi sonuca ulaşılmasının istendiği belirsiz … hal böyle olunca sonuç alınamaması normal elbette.

- Ortada bir kaç kayıp var ilki işgücü kaybı :

Örneğin bir toplantıya 8 kişi katılıyor olsun, her geçen saat 1 adam-gün demektir, 3 saat sürer ise bu toplantının zaman maliyeti en azından 3 adam gündür.

Toplantıların yaratacağı kayıp şirket büyüdükçe bence geometrik olarak büyüyor. Örneğin 200 kişilik bir şirketin içinde her gün 2-3 toplantı veya eğitim yapılıyor olması çok normaldir. Her gün 3 toplantı olsa, 2 saat sürse, ortalama 6 kişi katılsa, harcanan iş gücünün toplamı 2 * 6 * 3 = 36 Adam – Saat olur, diğer bir deyim ile 1 kişinin 4,5 günü … Bu olayı ayda 22, yılda 250 kez olabileceğini düşünürsek toplam 1 000 Adam – Gün gibi bir sonuç elde ederiz (yaklaşık 5 insan – yıl). Bu kayıp olayın iş gücü tarafı, bir de ortaya çıkabilecek insani problemleri düşünürseniz durumun karışıklığı ortada.

- Kırgınlıklar, motivasyonun azalması, toplantıların vakit kaybı olarak görülmeye başlanması …

Bırakın bir sonuç alıp pozitif katkıyı sonuç gerginlik veya küskünlük olabilir. İyi yönetilmeyen toplantı süreçleri tehlikelidir. Çünkü bir grup insanı bir araya getirdiğinizde daha önce toprağın altında bekleyen baltalar çekilebilir ve havada uçmaya başlayabilir.

İnsanlar ayrı ayrı olduklarında ortaya çıkmayan sorunlar bir araya geldiklerinde hızla tırmanabilir, baskın karakterler diğerlerinin keyfini kaçırabilir veya işlerinden soğutabilir. O kadar çok şey olabilir ki say say bitmez.

Bunların olmasını istemiyor iseniz toplantı sürecini nasıl yöneteceğinizi bilmelisiniz.

İşin başka bir yanı toplantılar ilerlemek için yapılır, peki ilerleniyor mu ?

- Üçüncü ve en büyük kayıp sonuç alınamaması …

İş gücü kaybı parasal bir konu, netice olarak parası ödenen bir mesai herhangi bir fayda üretmemiş oluyor, ödersiniz parasını unutursunuz. Motivasyon kaybını da bir dizi rehabilitasyon, danışmanlık ve koçluk hizmeti alarak aşabildiğinizi düşünelim (biraz abartıyor görünebilirim ama şirketlere yapılan testler beni doğruluyor) ancak o toplantı bir sonuç için yapılmıştı ve siz sonuç falan alamadınız. Sonuç alamaz iseniz işiniz ilerlemez, ilerlemez iseniz rekabet gücünüz, gelecekte elde edebileceğiniz gelirler azalır. Korku filmi gibi, bu bugün bir çok şirkette şu anda gerçekleşiyor ancak süreç yavaş işlediği için fark edilemiyor.

Toplantıları amacına ulaştıramayan şirketlerin işi zor. Çünkü bu süreç onları ekip çalışmasından uzaklaştırıyor, birimlerin kendi başlarına sorumluluk alabilmelerini güçleştiriyor ve olay dönüp dolaşıp işin sahibine patlıyor, tek adamlık büyüyor ve tek adamın şikayetleri artıyor.

Toplantı süreci toplantıdan çok önce başlayan ve toplantının tamamlanmasından sonra da devam etmesi gereken bir süreç. Dolayısı ile yönetilmesi gereken sadece odanın içi değil.

Bu bence bir iş, peki bunu kim yapmalı ?

Küçük şirketlerde bu işe ayrı bir kişi atanamayacağı için yöneticiler bu konuyu öğrenmeli büyük şirketler ise ayrı insanlar bile düşünülebilir (matriks örgüt yapısında olduğu gibi bir çok bölümü yatay eksende kesen bir hizmet birimi planlanabilir). İlk bakışta ne gerek var diye düşünebilirsiniz ama bu iş yemek gibi, içinde soğan olması gerekiyor iken yok ise o yemek olmamış oluyor.

Diğer yandan konu danışmanları veya olmak isteyenleri de çok yakından ilgilendiriyor. Danışmanlar çok sayıda toplantıya katılır, başarıları bu toplantıların yönetimine oldukça bağlıdır. Bu yüzden ya bütün süreci yönetmek zorundadırlar (pek mümkün olmaz) ya da birileri bu işi mutlaka gerçekleştirmelidir ve o birilerini mutlaka yaratmalısınız.

Eğer toplantıya katılacak olanların 5 dakika önce hazırlanmaya başlayıp katıldıkları toplantıda topu taca atarak geçiştirmelerini seyretmek istemiyor iseniz süreci yönetmelisiniz.

İşte yeni kitabım “Profesyonel Toplantı Yöneticisinin Bilmesi Gerekenler”. böyle ortaya çıktı. Bence yeni bir görev tanımı doğuyor, şirketlerin üst yönetimi bu açığı göreve getirdikleri yöneticilerin kapatacağını planlasa da  bunun çoğu kez olamayacağını düşünüyorum, zaten planlama kelimesinin açıklaması planla – yeniden planla değil midir !

Bir halk türküsünde “herkes kendi kesesinden yesin içsin, saltanatım var benim” diyor. İşte ben de o misal ne isterseniz onu yapın diyerek konuyu kapatıyorum (bu sözler kekliği düz ovada avlayalım isimli türküde geçiyor, keklik kim avcı kim, bu konulara girmek istemem)

Kitabı satın almak isteyenler sağ tarafta bulunan linkler üzerinden ilerleyebilir.

Kendine ait işi olanlar olmayanlara göre daha fazla konuda endişeli olurlar. Bir yerde çalışıyorsanız maaşınız ile ay sonunu nasıl getireceğiniz veya terfi edip etmeyeceğiniz gibi konularda endişe duyarsınız.

İş sahibi olduğunuzda maaşları ödeyebilip ödeyemeyeceğiniz, birisini terfi ettirdiğinizde diğerlerinin ne yapacağı, masraflarınızı zamanında nasıl ödeyeceğiniz, tedarikçilerinize yapılacak ödemeler, müşterilerinizin şikayetleri, nasıl daha iyi tanıtım yapacağınız, doğru insanları nasıl seçeceğiniz, yeni müşterileri nereden bulacağınız ve bütün bunlardan uzaklaşıp kendinize nasıl zaman ayıracağınız … gibi konuları endişe duyulacaklar listesine eklemelisiniz.

Bütün bunlar varken farkında olmadan işinizi sabote ediyor da olabilirsiniz (bunu bir yerde çalışanlar da yapıyor olabilir)

1. Uzun vadeli hedeflere yoğunlaşıp uykuya dalmak ve bugünü kaçırmak

Şimdi ile uğraşmak “aktif” ve “enerjik” olmayı gerektirir, halbuki ileriye dönük plan yapmak insanı rahatlatır, düşler dünyasına sokar. Drucker “strateji yarın yapılacak bir şey değildir” diyor. Bugün yaptıklarınız yarını oluşturacaktır, bugünü ihmal ederseniz yarınınız da olmayacaktır.

Ancak bunu günün sorunları arasında kaybolmak diye anlamayın, bir planınız olmalı ve her gün bunun adımlarını uygulamaya, dönem dönem hedef ile ulaşılan noktayı ölçmeye çalışmalısınız. Geleceğinizi yaratacak olan sizsiniz, dolayısı ile zamanınızı akıllıca kullanmalı, kısa dönem işlerini hızlı bitirmeli ve her gün geleceği oluşturacak olan aktivitelere de yer açmalısınız.

2. Sistematik olamamak, sistemi oluşturamamak

Sistemli olduğunuz zaman her işi sizin yapmanız gerekmez. Böyle söyleyince bir şey anlaşılmadığını bildiğim için açıklayayım.

İş ve süreçleriniz tarif edilmiş olmalı, eğer tarifleri olur ise başkaları da yapabilir, böylece yükünüzü yaymış olursunuz. Bu iş tıpkı bir yemek tarifi gibidir, bazılarının tarifi ile çocuklar bile usta bir ahçı olabilir.

Bu konuda da Drucker’dan bir alıntım var. Drucker “Yaşamı Sürdürebilmenin Koşulları” olarak aşağıdaki 4 maddeye dikkat çekiyor ve paralel işletilmeleri gerektiği söylüyor.

  1. Organizasyonlar verimsiz olan süreç, ürün, faaliyetlerini sistemli olarak yok etmelidir.
  2. Organizasyonlar kendilerini sürekli iyileştirmelidir.
  3. Organizasyonlar sistemli olarak “neyin başarılı olduğunu” sorgulamalıdır.
  4. Organizasyonlar sistemli olarak inovasyon kanallarını araştırmalı ve oluşturmalıdır.

Prosedür ve işleyişinizi başı sonu belli bir kurguya dönüştürüp çalışanlarınızı bu düzen için eğittiğinizde sürdürülebilir bir organizasyonunuz olacaktır.

3. Küfenizin içinde fazla safra taşımak

Artık sizi büyütmeyen (eskiden geçerliydiler) metod, ürün, tesis, müşteri grupları ile zaman harcadığınızda yaşam ile ölüm arasında vaktinizi harcamış olursunuz. Devamlı açık arazide, ovada çarpışan bir komutan bir kale ile karşılaştığında aynı yöntemleri kullanabilir mi ? Radyo yerine televizyon, cep telefonları ve bilgisayar kullanılırken sizin “radyo” satmaya çalışmanız bir intihar değilmidir ?

İş süreçlerinizin nereden başlayıp nerede bittiğini biliyormusunuz, süreçlerinizin aslında ne kadar uzun ve insan enerjisini emdiğini hiç değerlendirdiniz mi ? Masraflarınızı gerilim politikası ile azaltabileceğinizi mi düşünüyorsunuz … Herkes ve her işletme sırtında ne taşıdığını ve niçin taşıdığını bilmeli, fazlalıkları atmalıdır. Bunlar ürün de olabilir müşteri de …

4. Rakibi ve rekabeti anlayamamak, küçümsemek

En iyi ürün, en iyi akıl, en iyi organizasyon yeteneği sizde. Rakipler de kim oluyor, varsın adamlar sizden 100 kat büyük olsunlar, ne var ki bunda … siz bambaşka bir iş yapıyorsunuz.

Büyük hata.

Bizim rakibimiz yok ki !

Bunu da oldukça sık duyuyorum. Pazar tarifini sadece sizden alanlar olarak yapıyorsunuz herhalde.

Rakipsiz veya ikamesiz olmak tabiat kurallarına aykırı. Yaşam ve Ölüm, Siyah ile Beyaz, Alçak ile Yüksek birbirinin tarifine sebep olur, siz var iseniz mutlak olarak ikameniz vardır. Eğer bulamıyor iseniz “hiç bir şey” herşeyin ikamesidir, bunu unutmamalısınız. Örneğin 100 Km2 içinde tek köfteci sizsiniz ama biz köfte yerine kurufasülye yemeyi tercih eder isek tek bir müşteriniz bile olmaz.

Diğer bir durum ise küçük bir bölgede çok başarılı olup bunu ulusal veya global ölçeğe olduğu gibi taşıyabileceğiniz düşünmek. Siz o küçük bölgede büyük oyuncuların radarı dışında kalmış veya orada olan gücünüzden dolayı kendi kanını şimdi akıtmak istemeyen büyük rakipleriniz sizi umursamıyor olabilirler, bunu sakın kendinize yazmayın. Başınızı oradan çıkardığınızda radar sizi görür ve kaybedeceğiniz bir savaşı başlatmış olursunuz. Bir gerilla asla kaybedeceği bir mücadeleye girmemelidir.

5. Olaylara reaktif karşılık vermek, içine kapanmak

Siz bir iş sahibisiniz ama her şeyi en iyi siz bilemezsiniz, eğer biliyor olsaydınız şu anda dünyanın en başarılı insanı olarak dergilerin kapağını süslüyordunuz.

Elbette yaptığınız herşeyin içinde varsınız, işinizin bir çok detayını başkalrından daha iyi biliyor veya hissedebiliyorsunuz. Ama bunlar sessizce şikayetleri dinlemenize, yeni fikirlere karşı “sizin aklınıza gelmediği için” karşı çıkmanıza, onları geliştirmek ve ders çıkartmak yerine karşınızdakini aptal yerine koymanıza, bir projeniz başarısızlığa uğradığında üzerine bir su içip tecrübe hanenize yazmanıza engel olmamalı.

Şirketlerin yoğun rekabet alanının “Kırmızı Okyanus” olduğunu düşünün. Herkes kan revan içinde olduğu için burası kan kırmızı olmuş. Diğer yanda ise pırıl pırıl Mavi Okyanus … Burası rekabet dışı alan, rakiplerinizin olmadığı sadece sizin olduğunuz sular, bol besin kaynağı olduğu için hızlı gelişebileceğiniz bölge.

Mavi Okyanus Stratejisi şirketlerin kızıl okyanustan mavi olanına nasıl geçiş yapabileceklerine dair bir yol tarifi içerir, şimdi biz bu stratejinin araçlarından biri olan 4 eylem yaklaşımından kişisel olarak nasıl faydalanabileceğimize bakacağız.

4 Eylem Yaklaşımı Nedir ?

Mavi Okyanus Stratejisinin kilit taşı “değer yaratma sürecidir”. Değer yaratmayı iki boyutta düşünebiliriz, “algılanan değerin” arttırılması ve bu değerin ortaya çıkması için kullanılan kaynakların ve “maliyetin azaltılması”. İşte bu süreci yaratabilmek için 4 eylem yaklaşımı bir metod olarak kullanılabilir.

Şimdi bir düşünün, toplantıda bir yönetici  “algılanan değeri” arttırmalıyız diyor, bir diğeri ise “maliyetleri” azaltmalıyız; şimdilik diğerlerinin ne söylediğine bakmadan şu soruyu soralım : NASIL ?

İsterseniz soruyu kişiselleştirelim. “Şirkete olan katkımı nasıl arttırabilirim ve bunun için izlemem gereken en kısa yol ne olabilir ?”

Gördüğünüz gibi teması aynı olan iki soru, ilkini cevaplandırırsanız şirketinize ait  ikincisini cevaplayabilirseniz kendinize ait bir problemi çözmüş olacaksınız.

Peki bu soruya “Mavi Okyanus Stratejisi” uygulama planı içinde yer alan 4 Eylem Yaklaşımı nasıl bir çözüm yolu öneriyor !

Problemi 4 eksene ayıracağız, bunlar Arttır – Eksilt, Yarat/Ekle – Yok Et şeklinde olacak.

Arttır, Neyi Arttır sorusunun cevabı “şirketinizin, şirket stratejinizin, yöneticilerinizin daha fazla ne beklediğini, nelere değer verdiklerini, nelere ihtiyaç duyduklarını” içermeli. Kendinizde neyi arttırmalısınız ? İşte bunun için kendinizi objektif değerlendirmeli ve etrafınızda bulunan iş ortamının sizden ne beklediğini bulmalısınız. Bu söylendiği kadar kolay değildir, çünkü kendinizi objektif değerlendirmeniz ve yüzleşmeniz zor olacaktır. Örneğin siz kendinizi bilgili ve tecrübeli, insan ilişkileri iyi olarak görüyor olabilirsiniz ama bakalım iş arkadaşlarınız buna katılıyor mu ? İşte bu sorunun cevabı size “neyi arttırmanız gerektiğini gösterecektir”. Belki iletişiminizi, belki bilginizi, belki hızınızı arttırmak zorunda olduğunuzu görecek belki de size sağlanan konfor zonunu terk ederek şirketinizde başarılı kaleciler arasına katılmanızın sizin için iyi olacağını göreceksiniz.

Şimdi sıra Eksilt kısmında. Yaptıklarımız arasında neyi eksiltmeliyiz. Örneğin takım çalışmalarına daha fazla katılmak, daha fazla sahaya inerek incelemeler yapmayı arttırmamız gerektiğini düşündük peki bunu yapabilmek için gerekli zamanı nasıl bulacağız… belki de bir şeyleri eksilterek. Belki de şu anda hazırladığımız, pek fazla kişinin işine yaramayan elektronik tablo veya dosyalama çalışmalarına ayırdığımız zamanı eksilteceğiz. Kariyerimize ve şirketimize değer katmayan ama yaptığımız şeyler neler ? İşte bunları listeleyin. Kolay mı ? Değil ? Çünkü bir insanın yapmakta olduğu şeyleri değersiz olarak düşünmesi zordur ama yine de bu yolu izlemeli ve 1 gün içinde yaptığınız işlerin katkılarını mutlaka gözden geçirmelisiniz. Diğer yandan eksiltmeniz gerekenler “kişisel özellikler” denilen şeylerde olabilir. Örneğin “şüphecilik ve negatif tutum” veya “aşırı titizlik gösterisi ve sonuçta bir şey yapmama” veya “uzun konuşma” gibi özellikler eksiltmeniz gerekenler olabilir. Ne demiş ünlü heykeltraş Rodin “taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor”.

Şimdi gelelim Yarat/Ekle boyutuna. Kimsenin sahip olmadığı, sunmadığı beceriler ve özellikler bu kısımda yer alır. Bu özellikler öyle olabilir ki “yöneticileriniz bir kez bile bahsetmemiş, kelimelere dökememiş olabilir”. Bu tür yetkinlikler sorarak değil genellikle hissederek bazen deneyerek veya insiyatif alarak bazen de şans sayesinde ortaya çıkar. İş hayatınızı ve kendiniz için öngördüğünüz hedefi düşünün, neyi “özellikleriniz arasına” eklemelisiniz ? Diyelim ki bir şirkette endüstri mühendisi olarak çalışıyorsunuz, neyi kendinize eklemeniz şirketinize önemli bir katkı sağlayacak … Japonca öğrenmek mi, muhasebenin nasıl çalıştığını anlamak mı, pazar ve pazarlamanın detaylarını anlayarak ürün mühendisliği veya hedef maliyetlendirme konusunda uzmanlaşmanız mı ? Bunların hiçbirisi okulda okurken aklınızdan bile geçmemiş konular olabilir ama adaptasyon yeteneğiniz yüksek ise ortamın beklentilerini anlayarak onları kendi lehinize kullanabilirsiniz.

Son olarak Yok Et başlığına bakacağız. Yok edeceğimiz özellikler ile diğerlerinden, rekabet ettiğimiz kişilerden uzaklaşmalıyız. Yok ediyor olmak bize zaman ve kaynak kazandıracak ve biz de bu kaynağı başka alanlarda kullanacağız. Diyelim ki okuldan çıkacaksınız ve büyük holdinglerin 2 dil bilenler arasından tercih yaptığını öğrendiniz ve siz sadece 1 yabancı dil biliyorsunuz … Şimdi buna karşılık ikinci bir dil öğrenerek listeye girmek mi uzun vade için önemlidir yoksa daha az kişinin uzmanlaşabildiği özel bir konuya yönelmek mi ? Belki de “o özel konu” sizi doğrudan liste başı yapacak olabilir. Bazılarımız genel olarak değer verilen özelliklerin peşinde koşarken bazılarımız ise bunlara hiç önem vermeyip başka yetkinlikler peşinde koşmayı seçer. Elbette sadece yok etmek, o özellikler için zaman harcamamak yetmez. Bu harcanmayan zamanı başka konulara ayırarak onları arttırmak veya yaratmak gerekir.

Kapak_3_250Şirketinizin toplantılarda harcanan binlerce saatini kurtarabilirsiniz …

Daha kısa ve etkin toplantılar için  Toplantı Yönetimi El Kitabı

Sayfa Sayısı : 97,
Format :
E-Kitap (PDF Formatında)

Yazar : Cengiz Pak ,

Fiyat : 39.95 USD

Bu kitabı şimdi bilgisayarınıza indirebilmek için :

Add to Cart View Cart

Bu kitabı hazırlama fikri danışmanlık yaptığım şirketlerde ?şirket karnesi? üzerinde çalışırken çıktı. Çünkü düzenin içinde bir dizi kaçınılmaz toplantı ve sunum yer almaktaydı. Dolayısı ile sürdürülebilir ve devredilebilir şirket organizasyonu içinde başarılı toplantılar düzenlemenin kritik bir konu olduğunun farkına vardığım için bu kitabı da hazırlamaya karar verdim.

 
Toplantı yönetmeyi bilmek hem sizlerin profesyonel iş hayatına katkıda bulunacak hem de şirketinizin toplantılarda harcadığı zamanı zaltırken etkinliği arttıracaktır.
Kitabı ?toplantı yöneticisi? için bir başvuru kaynağı olarak hazırladım. Bence her yönetici veya olmak isteyen kişi ya toplantı yönetimini öğrenmeli veya öğrenmiş olan birisi ile kendi toplantılarının yönetimi için işbirliği yapmalıdır. Diğer türlü ?yönetici? hedeflerine ulaşamamış olacaktır.

İçindekiler

Toplantı yöneticisi için A … B … C …

Toplantılardan hem şikayet edip hem de hoşlanıyor muyuz !

Toplantıların 3 aşaması ve planlanması

Toplantıya katılanların üstlendikleri roller ve gerekenler

Uzak katılımcılar ile yapılan toplantılar için öneriler

Daha kısa toplantı için 9 + 1 kural

Toplantılarınızı kısaltmak ve azaltmak için aşırı metodlar

Periyodik toplantılarınıza yeni bir enerji katmalısınız

Toplantılarınızın iple çekilmesini nasıl sağlarsınız ?

Katılımı arttırmanız için bazı öneriler

Beklenmedik veya planlanmayan şeyler olduğu zaman …

Toplantıya nasıl katılabilir, düşüncenizi açıklayabilirsiniz ?

Toplantınızın bir yere ulaşmayacağını ve esir olduğunuzu anladığınızda bu durumdan kurtulmak için ne yapabilirsiniz ?

Toplantılarda karar alınmasını nasıl sağlarsınız ?

Konsensus nasıl sağlanır ?

Bir toplantının arkasından yapılması gerekenler …

Bir görevlendirme yapacaksanız kime ve nasıl yapmalısınız ?

Delege etme algoritması nedir ve nasıl çalışır ?

Problemli olabilecek davranış biçimlerinin tespit edilmesi

Problemli bir katılımcı ile ne yapmalısınız ?

Toplantılarda anlaşmazlıklar nasıl yönetilir ?

Grup dinamiğinin oluşması ve Tuckman Modeli

Öğrenme stilleri ve kişilik özelliklerini bilmekte fayda var

Katılımcılarınızın farklılıklarına göre yol izlemelisiniz …

Grubunuzda hangi profiller var ?

İnsanlar ile birlikte çalışabilmenin sırları

Motivasyonun sağlanması, Teori X ve Y

İletişim kurabilmenin esasları

Sunum nasıl hazırlanır, sunumlara nasıl hazırlanılır ?

Toplantı Yöneticisi olmak isteyenler için son sözler …

Ekler

Toplantı Planlama Kontrol Formu

Oda Yerleşim Seçenekleri

Toplantının Raporlanması

Toplantı Karnesi

Test … Sunumlarınız Ne Kadar İyi ?

?????????????????????????????????..

Bu kitabı şimdi satınalmak için :
Add to Cart View Cart

İki günlük çalışma içinde Stratejik Pazarlama’nın 3 temel konusu olan Pozisyonlama – Konumlandırma -  Bölümlendirme üzerinde çalışacağız. Bu konular pazarlama konusunda sonuç görmek ve ilerlemek isteyen herkesin detaylarına hakim olması gereken başlıklardır. İki gün boyunca hem teorik hem de workshop’lar ile canlı çalışma imkanı bulacağız.

Seminer Bilgileri

Tarih, Yer ve Saat

16 – 17 Kasım – Cuma ve Cumartesi

Fenerbahçe Faruk Ilgaz Tesisleri (Fenerbahçe Parkı – Kadıköy)  : 9:30 – 17:00

Lütfen Saat 9:00′da salonda bulununuz

Öğlen Yemeği, Seminer Notları ve Sertifika Dahildir.

Düzenleyen : Cengiz Pak

Katılım İçin :

Seminer Katılım Ücreti : 850 TL + KDV

Rezervasyon ve Kayıt

(216) 360 65 60 Aliye Duman

e-posta : aliye@temelteknoloji.com

Banka Bilgisi :

TEB Kalamış Şubesi (Temel Teknoloji – Cengiz Pak)
IBAN No : TR570003200004200000097043

Katılmak isteyen firmaların rezervasyon yaptırdıktan sonra katılım bedelini yukarıda bulunan banka hesabına yatırmış olmaları gerekmektedir.

———————————————-

Bu Seminere Niçin Katılmalısınız ?

Stratejik Pazarlama, şirketlerin müşteri ve rekabeti doğru anlaması ve buna göre pazarlama tekniklerini hayata geçirerek rekabetçi bir pozisyon bulup koruyabilmelerini sağlar. Diğer yol ise “kurnazca” olduğu düşünülen taktik hareketlerdir … Her gün yüzlerce başarısız örneği ile karşı karşıyayız

Harcadığınız enerjinin karşılığını almadığınızı mı düşünüyorsunuz ?

Daha fazla ve sürekliliği olan satış ortamına kavuşabilmenin yolu “en iyi ürünü yapmak veya yapmayı ummak değildir”. Artık en iyi ürün, en iyi satış teşkilatı, en iyi reklam, en iyi kampanya dönemi sona ermiş durumda. Bunun yerine doğru pozisyon alma, müşterinin sesini duyabilme, pazarı böldükten sonra strateji geliştirme dönemindeyiz, şirketler ümitlerini ve planlarını “en iyi” üzerine kurmamalıdır.

Hiç bir pazar tek parça değildir ve hiç bir kimse bütün pozisyonların sahibi olamaz.

Her pazar bölünerek bazı firmaların sonunu hazırlarken bazılarına yeni fırsatlar sunar, zun süreli başarı için firmalar pazar bölümlendirme konusunun şifrelerini çözmüş ve buna uygun pozisyonlamayı yapabiliyor olmalıdır.
Stratejik Pazarlama – I ve II (Pozisyonlama ve Bölümlendirme) seminerleri konuyu en başından ve uygulanabilir, yarın sabah işinize döndüğünüzde başlama noktanızı belirleyebileceğiniz şekilde düzenlenmiştir.

Bu çalışma içinde ürün ve hizmetin pozisyonlanması, jenerik stratejiler, ürün konumunun nasıl bulunabileceğini, pazar bölümlendirmesinin hem kişisel hem de kurumsal boyutlarını, başarılı ve başarısız örneklerini, nasıl yapacağınızı ve bölümlendirmeyi nasıl test edebileceğinizi izleyeceksiniz.

Çalışmanın amacı yeni müşteriler bulmak için nasıl bir yol izleyebileceğinizi keşfetmenizi sağlamaktır.

Herkes için sert bir rakip olmak …

Pazarlama alanında yapacağınız doğru tercihler satışınızın önünü açar. Diğer türlü tavizler dünyasında yaşarsınız. Doğru pozisyon ve doğru bölümlendirme hedefinizi aydınlatır ve yolun tarifini bulmuş olursunuz. İşte o zaman herkes için sert bir rakip olursunuz, diğer alternatif ise durumdan şikayetçi olmaktır.

Durumunda şikayet etmek yerine pazar bölümlendirmesi ile nasıl müşteriler kazanacağınızı öğrenmek istiyorsanız sizi bekliyoruz.

Kimler Katılmalı

Şirket üst yönetimi, iş sahipleri, danışmanlık hizmeti verenler, pazarlama ve satış yöneticileri ve ekipleri, stratejik planlama çalışması yürütmekte olan kişiler. Bunun yanında pazarlama konusuna ilgi duyan ve kariyerlerine yön vermek veya pazarlama konusunda ilerlemek isteyen profesyoneller.

Seminer Tarihi

16 – 17 Kasım 2012 / Cuma ve Cumartesi

Seminerin İçeriği

1. Gün

Konumlandırma ve Jenerik Stratejiler
(Positioning and Generic Strategies)

Kendinizi nerede görüyorsunuz ve siz gördüğünüz yerde misiniz ?
En iyi ürünü siz yapıyorsunuz ama lider başkası mı ?

Konumlandırma

Strateji Nedir, Planlama ? Stratejik Planlama ve Uyumlu Aktiviteler
Pazarlama nedir ve en çok yapılan hata ?
Şirketinizin pazarlama puanı kaç ?
Değer aktarma anlayışına göre pazarlamanın 6 esası nedir ?
Stratejik pazarlama bakışı ve yöntemleri sadece şirketler için değildir ? Örnekler
Stratejik pazarlama planı ve hedefin bulunması (Üretim ve Pazarlama Bakış Açıları)
Siz ne sunuyorsunuz : Drucker?ın 7?li sınıflaması
Boston Matrix yöntemi ile ürünleri sınıflama
Aksiyon Öncelik Matrisi ile planlama
Swot Analizi ile kendinize ve rekabet faktörlerine bir bakış, SWOT nasıl yapılır ?
ADL ? Stratejik Durum Matrisi ile Rekabetçi Pozisyonun Belirlenmesi Nasıl Yapılır
Şirketinizin Büyüme Stratejisini Nasıl Değerlendirebilirsiniz (Ansof Matrisinin Hazırlanması)
Porter?ın Jenerik Stratejilerini nasıl kullanabilirsiniz ?
Porter?in 5 Kuvvet Analizi ve Jenerik Stratejiler

2. Gün

Pazar Bölümlendirme

(Market Segmentation)

Rakibinizin pazarından nasıl müşteri alacaksınız, hedef müşteriniz kim, yoksa herkes mi ?

Müşteri evreninizi hayal edin, hayalinizin içinde kimleri görüyorsunuz ?
Rakibinizin müşterilerinden hangi bölümü almalısınız ?
Hiç kimsenin ulaşmadığı, gizli kalmış bir müşteri grubunu nasıl bulabilirsiniz ?

Bir bölümlendirme örneği, Polaroid?in yaptıkları
Pazar bölümlendirilmesi ve Pareto Analizi
Pazarın tarifi, Jenerik pazar nedir ve pazarın bölümlendirme aşamaları nelerdir ?
Bölümlendirmeniz anlamlı mı ?
Bölümlendirme eksenleri ve cevabı aranan sorular
Bölümlendirme Örnekleri
Kovalanacak fırsatlar ve Ansoff Matrisi, örnekler ?
Bireysel ürünler için bölümlendirme nasıl yapılır ve günlük hayatımızdan örnekler ?
İnsanlar niçin alıyor ? Maslow ne diyor (İhtiyaçlar Hiyerarşisi Modeli)
Pazarlama için kullanılabilecek model ? PSSP (Physiological?Security?Social-Personal)
Demografik ve demografik olmayan özelliklere göre bölümlendirme
2 seviyeli bölümlendirme örneği ve 4P ilişkisi
Ülkemizden bölümlendirme ve bölümlendirmeme örnekleri
Kurumsal pazarlama ve pazarın bölümlendirilmesi
Pazar bölümlendirmesinin hayata geçirilmesi nasıl gerçekleştirilir ?
Bölümlendirme ve şirketiniz !
Siz nereyi hedeflemelisiniz ? Bir pazarı seçerken hangi soruları sormalıyız ?
İki değişik noktadan bakarak pazar tarifi nasıl yapılır ?
Seçilen pazar bölümü ne kadar çekici, 4 eksen değerlendirmesi
Portföy matrisinin hazırlanması ve bölümün seçimi

—————————————————————————————-

Kurum içi eğitim almak isterseniz aşağıda bulunan teklif isteme formunu doldurunuz …

Kurumsal Eğitim Talep Formu



İsminiz

E-Posta adresiniz

Firmanızın İsmi

Telefonunuz

Size Nasıl Yardımcı Olabilirim

Adresiniz

—————————————————————————————-

Bir öğrencinin 3 durumda öğretmene ihtiyacı kalmazmış :

1. Öğrenci bütün öğretmenlerin önüne geçmiştir

2. Öğrenci ölmüştür

3. Öğrenci öğrendiğini sandığı şeyin içinde kendi kendisini hırpalamaktadır

Yıllar önce oğluma araba kullanmayı öğretiyordum, dura kalka gidiyor beni de kızdırıyordu. Niçin arabayı kaldıramıyorsun diyordum, sonra birden aklıma ne yapması gerektiğini söylemediğim geldi (normal bir şey ben sürücü öğretmeni değilim) ve debriyajı hissetmesini ayağını bir noktaya kadar getirip orada durmasını - ayağını yukarı kaldırmaya devam etmemesini, bir kavrama noktası olduğunu ve hissederek bulacağını söyledim … şimdi şehir içinde benden iyi araba kullanıyor  … sıra geldi uzun yol kurallarına.

Ortalıkta etten kemikten bir öğretmen yok ise bu işi “hayat” üstlenir ve öğrenci “hayat mektebinden mezun olur”, tabi olabilirse. Şirketlerin iyileştirme projeleri, ERP çalışmaları da böyledir, bazen bir öğretmen bazen ise hayat mektebi devreye girer.

Benim bugüne kadar yaşadıklarım 1 nolu seçeneğin gerçekleşme ihtimalini % 5-10 olduğunu söylüyor. Bu oranın çok düşük olması olayın imkansızlığından değil ancak şirketlerin hem insan yetiştirme hem de elinde tutma becerilerinin düşük olmasına bağlıyorum.

2 numaralı seçeneğin son 15 yıl içinde % 40 civarı olduğunu söyleyebilirim, diğer bir deyimle 100 şirketin 40′ı bugün yok, çeşitli sebepler ile pazarda yerlerini başkaları almış.  Bence bunun nedeni bu şirketlerin sahipleri şirketlerini ölümsüz zannetmeleri, diğer bir deyim ile kendileri ile şirketi soyutlamışlar, “şirketleri bu zorluğu da aşar” diye düşünüyorlardı. Halbuki zorlukları insanlar aşar, şirketler değil !. Eğer bu istatistiğin ne kadar doğru veya yanlış olduğunu denemek istiyor iseniz 15 yıl beklemeniz gerekmez, rasgele 100 şirket seçin ve kuruluş yıllarına bakın, bakalım kaç tanesi 15-20 yaşın üstünde çıkacak …

3 numaralı seçenek % 50 civarında. Şirketler bir iyileştirme projesi veya ERP çalışması ile ilk karşılaştıklarında çoğunlukla “ne var bunda biz bunu biliyoruz, arkadaşlar bunu hemen yapabiliriz değil mi … haydi haftaya bitirelim” şeklinde bir yaklaşımda bulunur.

Tıpkı 20 yaşında herşeyi bildiğiniz, 30 -35 arası ise babanızın hakkını geri vermeye başladığınız gibi.

Bu yanılgı, konunun gerçekten konuşulduğunda basit olmasından kaynaklanıyor. Ancak insanların kurguladığı iş hayatı ve şirket düzeni içinde dikkat edilmesi gereken bir dizi ayrıntı var, işte ilk bakışta görülmeyen bu ayrıntılar yolda sizi sarsmaya, direksiyonu bir o tarafa bir bu tarafa çevirmenize neden olur, arabanın içinde bulunan yolcular sonunda perişan olarak arabadan inip eskisi gibi yürümeye karar verene kadar devam eden bir süreçtir bu !